Sinemada büyülü gerçekçiliğin tanımı: Yumurta
Cannes ve Antalya Altın Portakal Film Festivali'nin gözdesi olan 'Yumurta', bu hafta seyircisiyle buluşuyor. İzlerken hüznü ve büyüleyici bir atmosferi aynı anda yaşatan 'Yumurta', Türk Sineması'nın son yıllarındaki en önemli çalışmalarından birisi.
Evedönüş ŞairYusuf, annesinin ölüm haberini alır ve yıllardır uğramadığı kasabadaki çocukluk evine geri döner. Bakımsızlıktan harap düşmüş bir evde onu genç bir kız, Ayla beklemektedir. Yusuf beş yıldır annesi ile yaşayan bu uzak akrabadan habersizdir. Ayla'nın Yusuf'tan bir isteği vardır. Zehra'nın ölmeden önce adadığı adağı, oğlu Yusuf yerine getirmelidir. Genç adam, taşra hayatının durağan ritmi, eski sevgili, dostlar ve hayaletlerle dolu mekanlar ve içini kaplayan suçluluk duygusu yüzünden karşı koyamaz. Ve Ayla ile Yusuf üç-dört saat uzaklıktaki bir yatır türbesinde yapılacak kurban kesimi için yola çıkarlar. Yönetmen SemihKaplanoğlu daha ilk andan itibaren üslubunu ortaya koyuyor. Büyülü bir planla başlayan ve seyircinin sabrını ölçen bir yürüme sahnesinden sonra, koltuğunda oturanları şiirsel bir yolculuğa çıkarıyor. Anne sadece bu sahnede var. Ama duygu olarak bütün bir filmde. Tıpkı ÖmerKavur'un "AnayurtOteli"ndeki (YazarYusufAtılgan'ınromanından) kadın karakter gibi. Varla yok arasında görünüyorlar ama bütün bir film onların etkileri üzerine kuruluyor. Bu kadar başarıyla kotarılanı sadece bizim sinemamızda değil dünyada bile çok az.
Türkiye'ninikiyüzü 'Yumurta' son derece sessiz bir film. Ama sessizliğin sesi muhteşem. Ya bakışlara odaklanmış olan sahneler? Kişilerin iç dünyalarını nasıl da güzel resmediyor. Kaplanoğlu, film boyunca geçmiş zaman ve gelecek zamanla yakından ilgileniyor. ŞairYusuf, kasabaya dönüşü ile adeta zamanda bir yolculuğa çıkıyor. Geçmişi ile yüzleşiyor. Yusuf, aynı zamanda da hep bir gitme haleti ruhiyesi içerisinde. Yusuf'un bu durumu aynı zamanda gelenek ve modernite arasında sıkışıp kalan Türkiye'yi yansıtıyor. SemihKaplanoğlu küçük imalarla, başkaları için son derece önemsiz olabilecek ayrıntılarla 'Yumurta'yı küçük bir başyapıta dönüştürüyor. SemihKaplanoğlu, Türk Sineması'nın son yıllardaki en önemli sinemacılardan. 'MeleğinDüşüşü' ile kendisini uluslararası arenada da kanıtlayan yönetmen, 'Yumurta' ile başarısını daha da yukarıya taşıyor. Sinemasal olarak üslubu ve temaları diğer önemli bir sinemacımız olan NuriB.Ceylan ile at başı gitse de, estetik ve duygu olarak daha çok RehaErdem ile benzeşiyor. Aslında her birinin ayrı bir sinema dili olduğu için karşılaştırma yapmamak belki de en doğrusu. Sadece şunu ekleyebilirim. NuriB.Ceylan'ın sinemasında kareler daha çok fotoğraf gibi dururken, 'Yumurta'da bunlar büyüleyeci bir duygu ile seyirciye doğru akıyor. Kaplanoğlu'nunyönetmenolarakçağdaşlarındanziyadeMetinErksan ve ÖmerKavur'un yolundan yürüdüğünü söylemek sanırım yanlış olmaz.
PastoralSenfoni 'Yumurta'yı bu kadar önemli yapan şeylerin başında da muhteşem bir görsellik yatıyor. Önce sanat yönetmeni NazErayda'yı sonra da görüntü yönetmeni 'ÖzgürEken'i tebrik etmek istiyorum. Muhteşem! Doğa planları... Adeta bir pastoral senfoni! Hele o göl sahnesi... Her şeyi unutup sonsuzluğa uzanıyorsunuz. SemihKaplanoğlu, anlaşılan ince eleyip sık dokuyarak ekibini oluşturmuş. Nejatİşler'i tanındığı için değil, iyi oyuncu olduğu için seçtiği her halinden belli. İşler de kariyerindeki en başarılı performansına imza atmış. Bunda yönetmenin katkı payını unutmamak gerekir. 'Yumurta' ile sinemamız yepyeni bir kadın oyuncu da kazandı: SaadetIşılAksoy. Son derece doğal bir oyunculuk sergileyen genç oyuncu, kasabadan kurtulmaya çalışan Ayla'yı çok gerçekçi bir şekilde yaşatıyor. Tebrikler! 'Yumurta', bu yılın en önemli sinema olayı diyebilirim. Cannes'da yan bir etkinlik yerine ana yarışmada olmalıydı. Ayrıca yarışanları da geçen haftalarda gördük. 'Yumurta', birinci olan '4Ay,3Haftave2Gün' ve 'YaşamınKıyısında'dan çok daha çarpıcı, çok daha büyüleyici ve estetik düzeyi kat kat yüksek bir film. DokuzEylülGüzelSanatlarFakültesiSinemaBölümü mezunu olarak okuldaşım SemihKaplanoğlu ve filmi ile gurur duyuyorum.