Parmaklıklar Ardında
Bu diziyi çok sevdim. Dizi gibi değil çünkü. Beklenmedik bir anda beklenmedik bir olayın hem içinde hem dışında buluyorsunuz kendinizi izlerken. Hani yıllardır çalıştığınız işyerinin sokağa bakan penceresinde manzaralar rutindir ya. Sonra birden bir gürültü duyar bakarsınız, karşıdaki bankanın kapısında çatışma var. Silahlar patlıyor, ölenler, yaralananlar, yakalananlar, telaş, panik, saatler sürecek bir yığın gelişme. Parmaklıklar Ardında'yı izlerken de böyle oluyor. Mutat hallerde ekranın karşısına geçiyorsun. Sonra birden bir şey oluyor; Sinop Cezaevi'nin içindesin. Etrafta yabancılaştıran bin dolu şey var oysa. Kafeste kuş ötüyor, çocuk ağlıyor, kızın çayını getiriyor, kapı çalıyor tamam da, sen de öykünün tutuklusu olmuşsun, kaçamıyorsun.
USTA İŞİ Hakan Gürtop hem çekip hem yönetiyor ya. Onun payı büyük bu "aura"da. İyi sinemacıdır, leblebi kadarken işin çekirdeğine yerleşmiş, iyi ustalardan rahlei tedris alarak ustalaşmış adamdır Hakan. Mühürlü Güller'i çekerken setine konuk olmuştum, hızına, tarzına, fırtınasına orada da "Helal" çekmiştim.
ZOR ZANAAT Bir de cezaevi filmi çekmek zordur. En ufak falso gözüne diken olur seyrederken. Bundan daha da muamması kadın cezaevi yaşamı. O da zorun katmerlisi bu hesapça. Elbette bizler de kadın mahpusluğunu bilemeyiz ama en azından yamru yumru gelen. Saçma, falso, zırva olan sahne yok.
ALDIRMA GÖNÜL Işığı da sevdim, sanat grubunun detaycılığını da. Oyunculara gık bile demem şimdilik. Gayetle ayarlı, ahenkli, rol çalmadan, yalpa yapmadan, dozunda, dokusunda örüyorlar kilimi. Bir de dipten derinden "Aldırma Gönül" okuyan cankuşum Kibariye var ki, yüreğine hançer batıyor ha.
|