Bilimin mutfağı
Üniversitelerimiz neden dünya sıralamasında geride kalıyor? * Sorunuz çok önemli ve çok acı bir yapıya sahiptir. Cevaplandırılması da bir o kadar çileli olacaktır. Biz bunun sebeplerini şöyle sıralayabiliriz: 1- Üniversitelerimizin sosyal bilimler alanındaki fakülteleri, bilimin mutfağına giremedi, sadece garsonluk yapmakla yetinme yolunu seçti. Bu ne anlama gelmektedir? İlahiyat ve felsefe alanında araştırma ya da öğretim yapan fakültelerin, yeni düşünce ve felsefeler üretmesi gerekiyor. Üretemeyen bu fakülteler sadece geçmişte bilgi ve düşünce üretenlerin fikirlerini aktarmakla yetiniyor. Arada düşünme, bilgi üretme teşebbüsünde bulunan ufku açık kişileri de taklitçi olanlar nefes aldırmıyor, tükürükle boğuyor. Çağlar öncesi bilgileri aktarmak, oradan alıp buraya koymak, başkasının emeğini kullanmak onlar için en büyük ölçü olmakta, bunun ötesine bir düşünce kırıntısına asla müsaade etmemektedirler. Bu insanlar, kutsal kitabımız Kur'an'ın düşünmeyi, aklı kullanmayı, bilinmeyeni bilinir hale getirmeyi bir ibadet kabul ettiğini bilmiyor ve farkında değillerdir. Kur'an görünen alem üzerinde düşünmeye ve netice çıkarmaya tefekkür demekte ve akıllı olmanın delili olarak göstermektedir. (Al-i İmran, 190-192) Ruh olgunluğuna ulaşmak, insan hakları ve genel haklar üzerinde düşünmeye de tezekkür, yani düşünüp öğüt almak, akıl etmek demektedir.(En'am, 151-153) Bir işin arka boyutunu görebilmek için kafa yormaya, düşünmeye de tedebbur demektedir. (Muhammed, 24) Bütün bu düşünme şekilleri birer ibadet niteliğindedir. Biz bu düşünce şekillerinden kendimizi mahrum bıraktık. Beyni çalıştırmak, yeni bilgi ve düşünce üretmek zor geliyor, başkalarının ürettiklerini aktarmak daha kolay geliyor.
Taklitçilik cehennem ateşidir Diğer taraftan Kur'an taklitçiliği cehennem ateşi olarak kabul etmektedir. (Lokman, 21) Yeni düşünce, yeni bilgi ve yeni çözüm üretemeyen toplumlar cehennem ateşinde yanıyor, demektir. Bu toplumlar başkalarının düşünceleriyle avunmakta, kendilerini çürümeye, mantarlaşmaya, devre dışı kalmaya terk etmektedir. Beyinlerini hiç kullanmayan, kullanamayan bu toplumların üniversiteleri nasıl dereceye girebilir? Nasıl yeniyi ve insanlığı kucaklayabilir? Nasıl ayağa kalkıp medeniyetin bulvarında dimdik yürüyebilir? (Mülk, 22) Beynimizdeki akıl feryad ediyor, çırpınıyor, ama biz onu taklidin, düşüncesizliğin kafesine hapsettik. İşte o kafesi kırıp özgürlüğüne kavuştuğu an, bizim üniversitelerimiz yukarı sıralara çıkacak, dünyaya ışık verecektir. 2- İlahiyat ve felsefe fakültelerinde, genelde sosyal bilimlerde "sorgulama" yoktur. Sorgulama ahlakını geliştiremeyen ve bunu üniversitenin temeline koymayan beyinler dünya sıralamasında kendine yer bulabilir mi? Geçmişin hatalarıyla barışık bir halde yaşamaya razı olan, o hatalardan rahatsız olmayan, onları öğrenmekle tatmin olan, onların o kirli, hurafe dolu havasında yaşamayı uygun gören, onları kutsallaştıran, hatta tanrılaştıran beyinler nasıl sorgulasın, nasıl kendine gelebilsin, nasıl silkinip ayağa kalksın? Sorgulamayan beyinlere, hurafeler, başkalarının batıl düşünceleri zincir vurmakta, tutsak haline getirmektedir. Bu beyinler nasıl yürüsün, koşsun da üniversiteler arasında dereceye girsin? Sorgulamayan beyinler ancak böcekler, kurtçuklar gibi debelenirler, oldukları yerden bir adım öteye gitmeyi günah sayarlar. Oldukları yerde yanlışlarla titremekten başka bir iş yapamazlar.
Hocalar servis yapan garson "Acaba doğru mudur?" sorusunu sormayanlar, debelenmeyi, titremeyi mesafe almak olarak görürler. Bu soruyu sormayanlar, kendilerini nasıl yenileyebilir, nasıl değişebilir, nasıl gelişebilir? Debelenen, titreyen beyinlerin dünya üniversiteleri arasında derece almaya hakkı var mıdır? 3- Kıskançlık, haset ve düşmanlık duygusu üniversitelerimizi içerden kemirdi, yeniliğe açık tüm kapıları kapattı ve hocaların tüm emeklerini alıp götürdü. Çalışanlar, üretenler, yeniye koşanlar kıskanıldı, özlük hakları için de boğulup kenara atıldı. Haset, ateşin odunu yakıp kül eden, onun tabiatını değiştiren bir ruh haletidir. İşte bizim beyinlerimizi, üniversitelerimizi yakıp kül etti. 4- Tabiat bilimleri ve teknikle uğraşan fakültelerimiz de, bir türlü bilimin mutfağına giremedi. Onlar da durmadan servis yapan garsondan öteye gidemedi. Teknolojide, tıpta ve diğer fen dallarında neler ürettik? Hangi ilacı bulduk? Dünya bilim dalında hangi katkılarda bulunduk? Üniversitelerimizin araştırma fonu içler acısıdır. İnsanların ürettiği makineleri tamir edemiyoruz. 5- Doğurmadığı bir çocuğu bir kadın kendi çocuğu gibi bağrına basamaz. Üretmediğimiz, beynimizin doğurmadığı bilgilere intibak edemiyor, onları bağrımıza basamıyoruz. Dünyada bir annelik derecelenmesi yapıldığını düşünün. Üvey anneler bu yarışa katılabilir mi? Doğurmayanların bu yarışta işi nedir? Beyni doğum yapamayanların, sorgulamayanların, yeniye koşmayanların üniversite derecelenme yarışında yeri olabilir mi? Not: Kastım bir otokritik yapmaktır. Affola.
|