İhalelere ayar
Dünyanın en büyük müteahhitleri listesine giren 22 Türk firmasına ödül verilen törende "En düşük fiyatı verene iş verilir mantığına karşıyım" diyerek ihale ayarı yapan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a şaşırmadan edemedik doğrusu. Herkesin bildiği bir şeyi farklı ifade etmeye çalışan Başbakan, hem müteahhitlerin nezdinde hem de kamuoyunda dikkat çekti. Bazı müteahhitler "Çok doğru söylüyor. Bir ihalede düşük fiyat yüzünden zarar oluşunca işler de yarım kalabiliyor" diyerek Erdoğan'a hak bile verdi! İhale yıllardır tartışılan ve halk arasında "Bu memlekette kısa yoldan zengin olacaksan, devletle iş yapacaksın arkadaş" sözünü adeta atasözü haline getiren sistem hakkında, deneyimli bürokratlardan bilgi alınca, bir defa daha anladık ki bu işin "ayarı" yok. Kişilerin ahlak anlayışı ile vicdanları arasında sıkışan bir şey!
Sisteme kılıf uydurma Yıllarını devlette geçirmiş ve en muazzam komplike tesislerden GAP gibi yatırımlara imza atmakla kalmayıp okul, sağlık ocağı, yol ve köy konağı gibi her çeşit devlet yatırımlarını organize etmiş tecrübeli bürokratlar şöyle diyor: "Sayın Başbakan, müteahhitlerde aranması gereken şeyi uygunluk olarak açıklayıp gücü ve parası olan iş kabiliyetli kurumların devletten iş alması gerektiğini söylüyor. Ama, zaten öyleydi. Sistem bu şekilde işliyordu. Ancak, kendisinin de örnek verdiği şekilde; TOKİ'nin birkaç ihalesinde olduğu gibi, işini bitiremeyip kaçan müteahhitler var. Onların borç taktığı piyasadaki insanlar ve esnaf da alacaklarını devletin ödenmesini talep ediyor. Başbakan'ın derdi de buradan kaynaklanıyor ve 'devlet bu şekilde sıkıntılarla karşılaşmasın' diye bir işi en düşük teklifle alanın gücüne bakılarak, gerekirse daha yüksek fiyat verene aktarılması gerektiğini söylüyor.
MEB ve Adalet Bakanlığı Oysa, bu işler her zaman istismarlara açıktır. Her açıdan riskleri vardır. Kaldı ki, Başbakan'ın arzuladığı sistem AKP iktidarında birçok kurumda uygulanıyor. Milli Eğitim ve Adalet Bakanlığı'ndaki okul, derslik, cezaevi, adliye sarayı gibi üstelik parasal değerleri de yüksek işler bu şekilde verildi. Yapılan ihalelerde en düşük teklifi veren firmalar yerine, sorgulama usulü getirilip daha yüksek fiyat verenler tercih edildi. Bunun üzerine yolsuzluk iddiaları gündeme getirildi. Düşük teklif verip de işi alamayanlar 'Yandaşlarını kolluyorlar' diyerek davalar açtı. Hatta İzmir Ticaret Odası, özellikle MEB'deki bu tür ihaleleri sürekli gündeme getirdi. Aradaki farklar trilyonlarla ifade edildiği için kârzarar hesapları durulan yere göre değişti. Mesela, bir müteahhidin veya şirketin elinde başka işten kalma bol miktarda malzeme var. Elinde iş yoksa, makineleri ve çalışanları da yatmakta. Boş yere durulacağına, en düşük teklifi verip elindeki malzemeyi, insan ve makine gücünü devreye sokmayı, böylece keseden yemeyip bir çarkı döndürmeyi tercih ederler. İmkansız gibi görünen fiyatlarda kırım yaparlar. Böyle bir durumdakine de 'Sen çok düşük fiyat verdin. Kâr yapmayacağın işe niye girdin?' denilir mi? Üstelik, çok kârlı işlerde de taahhüdünü yerine getiremeyen, başka nedenlerle kaçan ve batanları da unutmamak gerek." Muhalefette iken devlet sırtından zenginleşenleri topa tutan zihniyetler iktidar olduklarında neden en düşük fiyatı verene iş mantığına karşı çıkıyorlar, biraz anlaşılıyor herhalde!