Dizim Ben-im...
Nasrettin Hoca'nın en meşhur hikayesidir "ye kürküm ye". Karakterimizn, yapımızın, insanlığımızın yeterli olmadığı anlarda, Prestij objeleri yetişir imdada. En irilerinden bi'arazi aracı ki, ben de çok severim, meraklısıyım. markasını telaffuz etmeye dilimizin dönmediği, satın aldığımız saatçinin 40 defa anlatmış olmasına rağmen anlamadığımız özelliklerle bezenmiş, ileri kol saatleri, geyikli tişörtler (hastasıyız), Ortaköy'deki ucuz tezgahlarda satılınca yüzüne bakmadığımız, ama Teşvikiye-Maçka'nın afili mağazalarında fahiş fiyatlarla alınca kıymete binen deri-gümüş karışımı fontiri fişkon (anlamı tam olarak bilinmiyor) takılar... Örnekleri arttırmak mümkün. 15 yıllık medya, 12 yıllık canlı yayın hayatımda mücadele ettiğim sigara savaşından dolayı, faaliyet alanlarımda adını bile anmak istemezdim ama, sigara kullanımı bile bu durumun sınırlarında... Maaşın az olmasından, ay ortasında anasınıbabasınıçevresini tırtıklamaktan şikayet eden vatandaşların cebinde yüksek maliyetli, ithal sigaraları görünce çok sinirleniyorum. Bu vatandaşlar sigaranın kölesi olunca, sahip oldukları beynin nimetlerinden yararlanamazlar ve kendilerini yüceltecek projelere imza atamazlar, bu sebeple de öz aktiviteleriyle kazanmaları gereken prestij için, cepteki tütünden medet umarlar...
MEDENİYETTEN ÖNCE MADDİYAT Bir de, oy uğruna talan edilmiş şehirlerin kanayan yarası gecekonduların arasına sıkışmış, ağız dolusu hava yapmak için, dudakları büzerek seslendirdiğimiz "residence" binalar var. Bazen konduda yaşayan ama özünde "Ay Üssü Alfa"yı yakalamış insanlarımız olmasının karşılığında, akıllı binaların varoşları var tabii ki. Siteye giriş-çıkışta elektronik kapıları açamayan, kumandalı garaj kapılarına sıkışma tehlikeleri geçiren, duş almadan girdikleri kapalı havuzu kokutan, pahalı granitlerin üzerine ayakkabılarını bırakan, hilton banyolara alaturka tadilatlar yapan, yapı marketlerin fırsat reyonundan aldığı matkapla, sadece kullanmış olmak için deldiği delikler uğruna kofrayı attıran şahane aileler var. Residence parasını kazanmak demek, eşittir çağ atlamak diye düşünmek, medeniyetten önce maddiyata kavuşmak, prestij objeleri ile dolu ezik hayatımızın flu yansımaları...
'HAH İŞTE HAYATIM' DEDİRTİYOR Sahip olduğumuz nesnelere anlam yüklemek, bunları kartvizit olarak kullanmak, daha uzun süreler hayatımızı işgal edeceğe benzer... Peki bu yerli dizileri ne yapacağız? İşte bu artık, taşan son damla... Seyrettiği diziyi bile karizma yapmaya kullanan bi'topluluk olduk. Espri eşiğim yüksek, şehir hayatının karmaşık komedisinden payımı alıyorum tadında olanlar, daha ziyade 'Avrupa Yakası' takılıyor. Ekonomik şartlara boyun eğerek, kendini ait hissettiği topraklardan kopup metropollere gelmiş, kalbinin bir parçasını memlekette bırakmış olan, midesi tok, kendisi şiveli, çocukları şehirli konuşan aileler, aşiret dizilerine meraklı. Köyde başlayıp, şehirde biten senaryolar "hah işte hayatım" dedirtiyor. Maçlarda "topla oynama yüzdesi" başlığı ile verilen oranlar gibi bu diziler. Köyde geçen senaryo yüzde 45, şehirde geçen senaryo yüzde 55 gibi... Bir de tabii ki, karakterindeki ezilmişlik duygusunun yaşam bulduğu 'Kurtlar Vadisi' tipi senaryolar var. Her kapı suratına kapandığında, çaresizliğe düştüğünde "ben sizden bunun hesabını soracağım" defterine bi'çentik daha atanlar var.... Bir kısmımız da, uluslar arası ezik. CNBC-E kanalındaki, mantığı aynı, lisanı farklı, altyazılı dizileri seyrederler. Bu şekilde, bireysel AB çalışmaları yaparlar. "Adamlar yapıyor kardeşi, bi'de bizimkiler bak o ne öyle diyerek, kraldan kralcı tavırlarıyla çok daha fenalar... Halbuki o kadar derin bir kültürden geliyoruz ki, hiç bunlara gerek yok... Kendimiz olmayı başarsak, bütün bunlar ayrıntı kalacak...
|