Konya yemeği
Çırağan Otel'inden arkadaşım Evren aradı ve dedi ki: "Konya'nın lezzetli yemeklerini Çırağan Saray'ımıza getirdik. Yemekleri tatmak ister misin?" Vallahi bir dakika bile düşünmedim, koşarak gittim. Çünkü Konya'nın benim için ayrı bir önemi vardı. Birincisi; Mevlana Hazretlerinin şehri. İkincisi; Askerlik yaptığım yer. Yıl 1997 Konya'ya gideceğimin haftası gazetenin birinde, bir haber okudum. Kadın ve erkeklerin ayrı ayrı belediye otobüslerine bindirildiklerini yazmıştı. Anlayacağınız haremlik ve selamlık olayı. "Eyvah" dedim. Hem de asker olarak gidiyordum. Amaaa! Otobüsten iner inmez başka bir Konya gördüm. Sonra çok sevmiştim Konya'yı. Bir kere insanları çok medeniydi. Ve her şeyden önce üniversite şehriydi. Şehir adeta yaşıyordu. Erkek ve kadınların ayrı otobüslere bindiklerini de görmedim. Ama neyi gördüm? Yalan bir haberi. Etli ekmekle, çılbırla, saç böreğiyle, bamya çorbasıyla ve papara yemeğiyle ilk kez orada tanışmıştım. O nedenle Evren'in davetine koşarak gittim. O akşam masamızda öyle pek kimsecikler de yoktu. Ama bir 'dev adam!' vardı. İsmi Artun Ünsal'dı. Meşhur Artun Hoca. Adam, ayaklı kütüphane cinsinden. Hem sokağın yemeğini çok iyi biliyor, hem de sohbetini. Sohbet deyince bir olay anlattı. Gülmekten yerlere yattım. Bir gün Konya'ya gitmiş hocamız. Yemekler yenmiş, kahveler içilmiş. Garson mayaya gelmiş. Bakmış bizim hocanın yüzüne. Ve demiş ki: "Son bir arzunuz var mı?" Hoca başlamış gülmeye. "Dur efendi" demiş. "Tamam yaş biraz geçmiş olabilir; ama ölüyor muyuz nedir? Son arzumuzu niye sordun?" Garson afallamış. "Pardon" demiş. "Mekanı kapatıyoruz da." Kasada oturan patron ise gülmekten yerlere yatmış. Hocanın yolu bir günde Karadeniz'e düşmüş. Balık lokantasına gitmişler. Garson salına salına masaya gelmiş. "Balığınızı nasıl istersiniz?" demiş. Hoca bu. Tilki gibi kurnaz! "Ben balığımın ahlaklı, çevik ve iyi pişmiş olmasını isterim" demiş.