Bu sarı siyah günleri kaleme alıp satırlara döktü Sibel Kalaycı. 'Kansere Gülümsemek' diye bir kitap yaptı. Yaşamın insana ne çok şey öğrettiğini kavramış, onu anlatmıştı usul usul. İnsan bütün korkularını nasıl yener öğrenmişti.
"Kanser kardeşliği" diye bir tabir yoksa da uydurmuş olayım şimdi. O zaman rahatça sorabilirdim 'kardeşime'
- Korkmuyor musun peki?
- Hastalıktan mı abi?
- Yani ne bileyim, böyle iğneler, ilaçlar, başına heyula gibi dikilmiş doktorlar, hemşireler...
- İlk zamanlar belki. Ama artık kemoterapi alırken ağlamıyorum, hastanelerden de iğnelerden de korkmuyorum.
Hatta yanından geçerken bile ürktüğüm aile mezarlığımızı sevmeye başladım...
- Deli kız...
- Bir gün gelecek ben de oranın bir parçası olacağım.
Ama bunları düşünmek için henüz çok erken.
UMUDU KUCAKLAMAK
- Hadi paylaş şu sırrını bu yiğitliğin...
- İnanıyorum ki, insan beyniyle hastalıkları çağırabilir...
Tıpkı benim yıllarca kanseri çağırdığım gibi. Şimdi de onu kovmaya çalışıyorum.
Başarabilir miyim, bilmiyorum?
- Başaracaksın elbette...
- Dile kolay, tam 8 yıl oldu kansere yakalandığımı öğreneli... Ameliyat, kemoterapi, radyoterapi, kemoterapi ve tekrar kemoterapilerle geçen tam 8 yıl.
- Umut hep var değil mi?
- Vardı elbette. Ama tam "Her şey bitti, bu savaşı kazandım" derken yeniden ortaya çıkan tümörler. İğneler, ilaçlar, hastane koridorları dökülen saçlarım, kaşlarım, kirpiklerim. "Aman gribe yakalanırsam tedavim aksar" kaygıları. Ailemin yaşadığı üzüntü. Yine de geride bıraktığım 8 yıl. Bir umudun, sevginin paylaşımın, yaşamı yeniden kucaklayışın öyküsü...