Dilden dile gezen bir şarkıda dillenmişti huyu. "Kalaycılar kalay yapar/ Bakırları gümüş yapar" diyen bir Çingene şarkısında. Fıtratı da soyadı gibi Kalaycı'ydı Sibel'imizin. Yaşamının kanser vuruğu ağır hasarlı yıllarında bile coşkunluğundan 'bi gıdım' geri vites yapmadı, güldü, güldürdü. Acıyı bal eyledi, yokuşu düz eyledi, e dedim ya başta da: Bakırı gümüş eyledi. Tanışıp ahbaplık ettikten az zaman sonra sağa sola dedim ki: "Ben bu kızı gördüğümde içime bahar geliyor arkadaş. Öylesine sıcacık, öylesine içe dokunan, öylesine kardeş bir özne bu kız. Neymiş; 'Kötü hastalığın pençesine düşmüşmüş.'
YILMADAN YIKILMADAN Geç bir kalem. İnsanın kendisi kendi doktoru olursa korkunç hastalık hastadan korkmalı en başta. Böylesi pozitif, böylesi umut umut, böylesi aydınlık bir kıza, Sibel Kalaycı'ya tık bile edemedi hastalık n'aber..." Yav arkadaş, vücudunda yumrulanan her bir fazlalığa nanik yaparak zafer kazanmak kolay mı? Hem de yılmadan yıkılmadan. Siz şimdi az aşağıya da okuyun da saygınızı binle çarpın o kıza.