Bu hafta 'Canım Ailem'i izlerken sinirim bozuldu. Samim'in nasıl da 'ıssız adam' olduğunu düşünüp durdum. Meliha'yı 20 yıl önce nikah masasında bırakıp kaçan, düğün parasını asker arkadaşlarıyla yiyen, ardından da kendini okyanuslara vuran bir ıssız adam... 20 yıl sonra döndüğü mahallede yine aynı kadına ilanı aşk eden, saçlarına kır düşmüş, kardeşinin ani ölümüyle hayatın tokadını yemiş bir ıssız adam... Issız adamların sonu böyle oluyor herhalde. Yıllarca hiç yaşlanmayacakmış gibi yaşayıp, sonra bir anda hayatın onları zorladığı bir dizi şeyle karşı karşıya kalıyorlar. Ve geçen yıllar boyunca hiçbir şekilde olgunlaşmadıkları için önlerine çıkan zorluklar karşısında yine aynı yolu seçiyorlar; 'kaçmak'. Samim de kaçtı, dostunun balıkçı teknesine sığındı. Issız tarafı 'gitme vakti geldi' dedi ama evlat sevgisini tatmış, gençlik aşkını bulmuş tarafı 'kal' dedi, 'bu sefer kal'. Koskoca Samim, alınmış, kırılmıştı. Çocuk gibi saklandığı yerden onu çıkaracak bir el bekliyordu ki Yiğit yetişti. Kocaman ama ıssız adam Samim, 17'lik yeğeninden söz aldı. Ve çocuklar gibi şen evine dönmeyi kabul etti. Çünkü ıssız olmak kanına dokunmaya başlamıştı. Çünkü artık okyanuslara değil, eski evin iki göz odasına sığınacak yaş gelmişti. 'Canım Ailem'i bu yüzden seviyorum; Her şey o kadar olası, o kadar sahici!