Yukarıda bahsettiğim projenin belgeselini Metro Group'un çalışanlarıyla birlikte Nişantaşı'ndaki Lipsi adındaki mekanda seyrettim. Topaz'ın 1. yıldönümü davetine yetişmek durumunda olduğum için (her şeyden haberdar köşe yazarlığı yapınca mecbur dolanıyorsunuz) buradan erken ayrıldım. Mekana girdiğimde fazla kalmayacağımı belirtmiştim. Vestiyere numaramı uzattım. Görevli bey paltomu bana uzattı. Üzerimde şık bir elbise, ayağımda yüksek topuklu ayakkabılar vardı. Paltoyu tek başıma giymekte zorlandım; bir an sendeledim. Ne vestiyerdeki görevli kişi, ne de mekandaki bir başka çalışan yardım etmedi. Şaşırdım. Bu şaşkınlığın üzerine vestiyerdeki bey bana ne dese beğenirsiniz? 'Hanımefendi vestiyer ücreti.' Adama baktım ve 'Önce hizmeti doğru sunun, o zaman ücreti veririm' dedim. Bahşiş bırakmadan çıktım. Bu kez valet'den arabamı istedim. Sağolsun erken çıkacağımı bildiği için yakın bir yere park etmiş. Benden valet ücretini aldı ve araba anahtarımı uzattı. Kendi başıma karşıya geçtim, arabamın kapısını açtım ve motoru çalıştırdım. Yola çıkmaya çalışıyorum ancak trafikten dolayı diğer araçlar yol vermiyor. Birkaç manevrada çıkabildim. Ve valet yine benimle ilgilenmedi. Servis, parayı alana kadarmış. Parayı aldı ve çekip gitti. Amerika'da böyle bir şey ile asla karşılaşmazsınız. Orada çalışanlar bahşiş mantığıyla para kazanır. Bahşişi hakeder. Siz de seve seve verirsiniz. Buradan sonra gittiğim Topaz'da da tam tersi; çok kaliteli bir karşılama ve servis vardı; ne tesadüf ki 2'sinin de işletmecisi aynı...