"Beşikler vermişim Nuh'a, salıncaklar, hamaklar. Havva Anan daha dünkü çocuk sayılır, Anadolu'yum ben, tanıyor musun?"
Ozan Ahmet Arif'in dizelerinde sorduğu sual pek yaman. Ne yana baksak Çin'e, Maçin'e, Paris'e, Küba'ya, İsveç'e, Norveç'e, Danimarka'ya giden, gittiğiyle övünen, Miami'de ev alan, Cannes'da arsa kapatan, Alaska'da kutup ayısı vuran hamam türkücüleriyle dolu. Peki kardeşim kendi topraklarını bilin mi? Gettin mi, gordün mü Anadolu'yu? Adıyaman'da kehribar başaklı saplar çekip nasıl tespih ettiklerini duydun mu mesela? Mazıdağ'da şuncacık pekmez için kaç hane halkının soğuk taşta ayakla üzüm ezdiğini gözledin mi?
EMEK İŞİ
Dünya meşhuru katedrallerde, kiliselerde, manastırlarda yortulara, ayinlere, mum yakma törenlerine katıldın "moda icabı". İyi de bir Güneydoğu Anadolu kuytusunda, bin bir keşişin dağa taşa oyduğu akla ziyan emek işi mağara manastırlara düştü mü hiç yolun? Sivas'ta önce namaza sonra kelle kırdırıp Kurşunlu Hamam'a gitmeden güne başlamayan esnafları tanır mısın? Yani sitem ediyor ya dizeler:
HAYDİ BAKALIM
"Anadolu'yum ben tanıyor musun?" diyor ya. Dizilerden dizelere vaktin var mı ki dönüp dolaşasın kendi topraklarını. Şimdi ben size desem ki; "Alın gözüm seyreyleyin ey ahali." Sonra da düşsel serüvenlere konuk etsem, elinizden tutup attalara götürsem, mesela bir Diyarbakır gündüzünden başlayıp gecelere kadar ağırlasam sizi. Haydi...