
Son günlerin en çok konuşulan konusu "ıssız adamlar" olsa da, sohbetler derinleştikçe yönelim kadın ve erkeklerin hayata farklı bakışlarına doğru gidiyor. Şu günlerde hangi masaya otursam konu dönüp dolaşıp "kaçan erkekler ve duygusal kızlara" geliyor.
Bir erkek neden kaçar? "Issız adam" filmini seyredenlerin bile bunun cevabını tam olarak bulduklarını sanmıyorum.
Bu arada, filme giden seyirci profili çeşit çeşit; kız kıza, çift olarak ve tek erkekler.
Duydum ki, filmi gizlice seyredip gittiğini söylemeye çekinen erkekler de varmış.
Evet, erkek bir kadına aşık olacağını anladığı anda ondan uzaklaşmaya başlar. Yıllar geçse de onu unutamaz ve bu aşkı itiraf edemez. İçine atar. Giderek de ıssızlaşır.
Ancak etrafımızdaki erkeklere "neden bir ilişkiden kaçarsınız?" diye sorduğumuzda bakın neler diyorlar? Anlattıkları genelde üç maddede özetlenebilir:
1) İşim ve hayat tarzım bir ilişkiyi kaldırmıyor. Kıza değer verdiğim için ona zarar gelmesini istemiyorum.
2) Bir süre sonra kız daha sık aramaya, sormaya başlıyor. Kıskançlıklar ve sahiplenmeler başlıyor. Sıkılıyorum.
3) Etrafta çok sayıda kolay kadın var.
Bu sebepleri dinleyen biz kızlar kendi içimizde daha da umutsuzluğa kapılıyoruz tabii. Ancak ben durumu daha da deşiyorum. Ve o zaman öğreniyoruz ki, erkekler de ne istediklerini tam bilmiyorlar.
Daha doğrusu bu üç madde onların bahaneleri.
Onlara "tek gecelik ilişkiler sizi mutlu ediyor mu?" diye sorduğumuzda; bu kez de "erkeklere çok farketmiyor gibi gözükse de her erkek sarılıp uyuyacağı bir kadını arar." diyorlar. Yani, onlar da sağlıklı ve güzel bir ilişki istiyorlar.
Ama yine de tam bulacakken kaçıyorlar.
İşte düğüm de burada sıkılaşıyor.
Umarım herkes biliyordur ki; "korkunun ecele faydası yok." Biz kızlar bunu anlayamıyoruz. Birisi birisine aşıksa nasıl kaçabilir? Demek ki, aşık değil ve rahatça kaçabiliyor. Erkekler durumun bu kadar net olmadığını iddia ediyorlar.
Anlayacağınız, dünyanın en güzel, saf ve basit duygusunu hepimiz el birliğiyle karmaşık hale getiriyoruz ve acı çekiyoruz. Oyunlarla kendimizi yıpratıyoruz.
Gelelim film ile ilgili yorumuma; çok büyük beklentiyle gittiğim filmde yanıma bolca kağıt mendil almama rağmen çok ağlamadım. Hatta bu film bana umut bile verdi diyebilirim. Çocuk kızı basbayağı seviyor. Acı çekiyor ama içinde; asla dışarı vurmuyor. Kız ise yolunu çizmiş, devam etmiş.
Bu noktada kadının mı erkeğin mi aslında daha güçlü olduğunu anlıyoruz.
Görünenle içerde yaşananlar ne farklı...
Çoğumuz Mevlana'nın dediği gibi, "Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol" cümlesini hayata geçiremiyoruz.
Öncelikle kendimize dürüst olmadıkça başka birine zaten nasıl olabiliriz ki? "İçi dışı bir" olmak, giderek en zor bulunan insanlık erdemlerinden biri oluyor; farkında mısınız?