Stajyer Hicri benim gibi değil. O siyaset konuşmayı seviyor, iri, ağır, kallavi, derin ve okkalı konularda mutlaka edecek söz buluyor, kerameti kendinden menkul fikirler saçıyor etrafa.
Genç gazetecilerin iş güç peşinde koşmak yerine laf ziyanlığı yapmasına kızıyorum diye benden uzakta kuruyor bu sohbetleri. Diğer çocukları da ayar etmiş, koridorun başından bile görünsem hemen kaş göz edip birbirlerini uyarıp alakasız bir konuya geçiveriyorlar.
BU SAYFALAR NASIL DOLAR Dün yine böyle bir pozisyonda yakaladım onları ama görmezden gelmedim bu defa...
-Bana bak kerata... -Buyur usta?
-Yutmadım ama gargara yaptım kaç defa. -Neyi abi?
-Ben sana gazete içinde politika konuşma, memleket gidişatı üzerine muhteşem tezlerini kendine sakla, haber üret, iş çıkart demedim mi? -Dedin de abi...
-Eeee? -Yani bu kadar şey olup biterken kayıtsız da kalamıyoruz gençler olarak...
-Kayıtsız kalın demiyorum. İş saatlerinde sayfaları düşünün önce. Nasıl dolacak bunca sayfa sizin gevezeliklerinizle mi? NEDİR O DEDİĞİN -Abi bir kere müsaade et açıklayayım sonra susacağım söz...
-Neyi açıklayacaksın? -Türkiye'ye lazım olan şeyin ne olduğunu buldum da...
-!!!!! -Yani bizi yöneten büyüklerimize genç bir yurttaş olarak bazı tavsiyelerim olacak
-Haddim olmayarak diyecektin de dilin sürçtü galiba... -Yok abi haddimi aşmak için değil de son derece iyi niyetimden dolayı şeydicektim.
-Uzattın ama Hicri... -Ne dersin abi söyleyeyim mi?
-Tamam peki çabuk söyle ve kaybol... SÜLEYMAN KUŞDİLİN BİLİR DEDİLER -Abi bizi idare eden büyüklerimize, akil adamlarımıza ne lazım biliyor musun?
-Neymiş? -Hüthüt Kuşu lazım...
-Hııı? Hüthüt Kuşu abi.
-O ne be? -Abi çok önemli bir kuş bu Hüthüt.
-Nasıl önemli? -Bak şimdi abi. Hani Hazreti Süleyman kuşdili bilirmiş ya...
-Eeee? -Vaktiyle otağını kurmuş tüm kuşları çağırmış o mübarek zat. Geldiğinde kuşlar cikcik ötmeyi bırakmış, dile gelip Hz. Süleyman'la öyle rahatça konuşuyorlarmış. Hepsi sırlarını, hünerlerini, bilgilerini, anlatıyor, biraz da övünüyormuş. Ama en çok da kargalar laf kalabalığı yapıyormuş. Hem ipe sapa gelmez, işe yaramaz şeyler anlatıyor hem de diğer kuşları kötülüyorlarmış. Sıra Hüthüt'e ve mesleğini söylemeye gelmiş. O da demiş ki; "Sultanım benim küçük bir hünerim var anlatmaya bile dilim varmaz."
-Anlatmamış mı yani? -Hazret, "Olmaz öyle şey sen de anlat" diye emredince anlatmış o da...
-Neymiş hüneri peki? DOĞRU MU BİLMEM -Demiş ki; "Ben göğün yükseklerinde uçarken şaşmaz bir bakışla bakar, yeryüzünün derinliklerindeki suyu görürüm. Suyun yerini, derinliğini, rengini, nereden doğduğunu, topraktan mı taştan mı çıktığını bilirim.
-Vaaay Hüthüt'e! -Ama kargalar bir ağızdan itiraz etmişler. "Yalan söylüyor bu kadar keskin bir görüşe sahiptir de neden toprağın altında kendine kurulan tuzağı göremez?" Hazreti Süleyman bu sözler üzerine "Kendini savun ey Hüthüt" deyince yapıştırmış yanıtı...
-Ne demiş? -"Hümkarım ben yaradılışım gereği suları, kaynakları, damlaları bile hisseder görürüm. Kuraklık, susuzluk varsa onlaradır benim çarem. Tuzakları görmek sizler gibi hanların, padişahların, sultanların, aksakalların, bilgelerin meziyetidir.
-Lafı nereye bağlayacaksın Hicri çok merak ettim? -Abi bizim memlekette birliğe, dirliğe kurulan tuzakları fark eden, bilen, gözleyen, mücadele eden çok büyüğümüz var. Barışa, kardeşliğe, afiyete, huzura da susuzluk çekiyoruz nicedir...
-Eeee? -O zaman kargaların gürültüsüne, şamatasına değil, Hüthüt kuşlarının susuzlukları giderecek küçük ama lüzumlu marifetine ihtiyaç var.
Bıraksınlar kargalar gaklasın dursun. Onlar sadece Hüthüt kuşlarına yol versinler, kulak versinler yeter.
-Bitti mi? -Bitti ama çok doğru değil mi?
-Doğru mu eğri mi bilmem. Ama öykü hoşuma gitti. Ben yazarım gerisini okuyana bırakırım.