İrfan da gitti. Genç muhabirlik yıllarımızın hatıra defterinde en çok yaprak ayırdığım emek arkadaşlarımdan birini daha yitirdim kendi payıma. Ama başta Babıali olmak üzere tüm memleket, yetenekli, çalışkan, işini çok seven, kalemi sağlam, aklı hür, ülküsü sahici bir adamı yitirdi.
EMANET SAATLER Yaşayanlar bilir; 12 Eylül öncesinde hemen her İstanbul gecesi tonla ölüm, tonla tuzak, barut, ateş, kan alüvyonlarını getirir dayardı şafak vakti kapılarına. O korkunç, karanlık, pusu dolu geceler, daha akşam çöküşlerinden sabah saatlerine kadar tıfıllığı henüz aşmış muhabirliğimize emanet edilirdi.
"Sabaha kadar nöbet" esas işimiz işlevimizdi yani.
Hürriyet'te Korsan Mustafa-İbrahim Labernas, Günaydın'da Ramazan Öztürk-Ali Birerdinç, Milliyet'te ben ve Cengiz Öztürk haber peşinde koş kovala yaparken, efsane Tercüman'ın gece ekibinde İrfan Ülkü-Levent Çevik görev yapardı.
ACIMTIRAK BİR KEYİF Gazetelerimiz gibi bizler de rakiptik elbette. Muhabirler arası haber sızdırıp takas yapmak, not, bilgi, belge, fotoğraf paylaşmak mesleğin en ayıp, en kabullenilmez şeyiydi o devirler. Kimi zaman onlar ya da ötekiler, kimi zaman biz gündüz mesaisi başlasın diye ipler çeker, özel haberimizi gururla teslim ederdik istihbarat şeflerimize. Herkes işi atlayan diğerleri için üzülürdü ama bir yandan da acımtırak keyfini de yaşardı günlük yeganeliğinin.
SAĞCI SOLCU KARDEŞLİĞİ Gazetesi gibi İrfan da sağ görüşlü, soyadı gibi 'Ülkü'cü görüşe sahipti. Kendi dünyama, onunkine taban tabana zıt bir pencereden bakmama rağmen bir tek gün bile kalp kırıcı, incitici, huzursuzluk verici konuşma geçmezdi aramızda. Ateşli çağlarımızın alevli tartışmalarında dahi hep içten, sıcak, saf inanışlarımızı savurur sunardık sözel kapışmalarımızda.
BİR BİLGE TEBESSÜM Aradan geçen on yıllar neyi değiştirmedi ki?
Rutin görüşüp buluşmalarımız aksadı yerini tesadüflere bıraktı İrfan kardeşle. Ben televizyon programcılığına direksiyon kırarken o, zaten güçlü kalemine, derin bilisi ve kültürünü katık edip sıkı bir yazar oldu.
Formunun zirvesindeyken bile hep yorgunmuş hissi veren yüzüne o kendine has gülümsemeyi iliştirdiği anda, bilgeliğine çeyrek kalmış bir adam dönüşüne bayılırdım onun.
"Yahu oğlum yüzün acayip oturdu. Gel bir sinema filminde karakter artisti oynatalım seni" derdim ve ciddiydim.
O da işi şakaya vurup; "Asıl seni yola sokalım da buz üstüne yazı yazdığın televizyon işinden başını kaldırıp roman yaz artık" der, yüreklendirirdi beni.
KISKANDIRDI YİNE Şimdi bizi ve her şeyini bıraktı gitti. Rahmete yürüdü, sonsuzluğa yola çıktı. Elbette çok şaşkın, üzgün, acılıyız. Ama onun adına sevindiğim hatta kıskandığım bir şey yaparak gitti. "Kardeş ülkem" dediği bir yerde, Azerbaycan'da, hem de haber peşinde, söyleşi peşinde koşarken gitti.
Aslan parçası İrfanımız yine atlattı bizi yani.
Gazeteciliğine de helal olsun, haklarımıza da.
Nur içinde yat İrfanım.