Dizilerimiz tek tek geri dönüyor. Tabii ilk bölümlerden itibaren eleştirilecek o kadar çok şey ekrana yansıyor ki... Ya da algıda seçicilik mi desem? Ama baştan itirafımı yapayım, dizileri özlemişim. Öyle ya da böyle birçok karakter hayatımızın parçası... İşte bu hafta yeniden bizlerle buluşan dizilerden biri de 'Dudaktan Kalbe' oldu. Lamia ve Hüseyin, Kenan'ın aşkını izlemeye devam edeceğiz. Ama içimiz bir hayli kasılarak. Çünkü dizide hemen hiçbir ilerleme yok. Sürekli oyuncuların yüzüne titreyerek yaklaşan kamera ve herkesin birbirine dehşet içinde bakması, 'Dudaktan Kalbe'nin klasikleri. Aslına bakarsanız buna geçen sezon alışmıştık. Ama bu sezon bir tek konuyu ilerletmişler. Lamia artık sadece Hüseyin Kenan ve Cemil aşık değil. Bu arada Lamia'nın eski nişanlısı, Lamia'ya saldırmaya kalktığı için öldürülen bekçiyi unuttuk bile... Ancak yeni sezonda Lamia tutkunları daha da artmış. Artık Makbule bile "Lamia'yı getirin bana!" diye çığlık atıyor. Genç kız, küçük bir kasabadaki pansiyonda çalışıyor. Pansiyona gelen müşterilerden biri; Mesut Bey, Lamia'yı görür görmez, bodoslama fotoğraflarını çekmek istiyor. Anlayacağınız Lamia'yı gören vuruluyor. Ve bu durum o kadar sıkıcı bir hal alıyor ki, biz kendi aramızda dalgaya başlıyoruz; "Aaa oradan bir köpek geçiyor, o da kesin Lamia'ya aşık olur." Yani tamam, bir romandan yola çıkarak yazıldı senaryo kabul ediyorum. Reşat Nuri Güntekin, belli ki Lamia'nın karşı konulmaz bir güzelliği olduğunu hayal ederek kaleme almış romanını. Tartışılmaz yeteneğiyle okuyucuyu da inandırmış genç kadının büyüleyici bir güzelliği olduğuna. Ancak ne yazık ki, biz kitap okumuyoruz. Karşımızda ete kemiğe bürünmüş karakterler var. Gözlerimiz de kör olmadığına göre, Lamia'ya her görenin çarpılması pek de söz konusu değil. Biraz daha gerçekçi yazılabilir senaryo... En azından birkaç kez gören aşık olsun, hani ne kadar iyi bir insan olduğunu anlayan, erdemli kişiliği hakkında bilgi sahibi olan. Emin olun, dizi daha gerçekçi ve izlenir olacak.