Olayın temelinde yatan, yani Avusturyalı kadınları ülkemize yönlendiren sebep tarihiymiş. Kadınlar diyormuş ki: "Bunların ataları Viyana kapılarında bize çok dayanmıştı. Şimdi iade-i ziyaret için biz oraya gidelim de mesela meşhur kılıç kalkan ekibini görelim!" Gelir gelmez de bir kafeteryaya filan oturup, sipariş almaya gelen garson gençlere iletiyorlarmış bu arzularını: - Pardon garson bey bir şey rica ediceem!. Ben kılıç kalkan görmek istiyorum. Mümkün mü acaba? Çoğu arkadaşı gibi, yağız Anadolu gençlerinden olan garson kardeş de sırıtarak yanılıyormuş bayanı: - Valla bizim buralarda kılıç taşımak karakol emriyle yasaklandı. Ama diğeri konusunda yardımcı olabiliriz!..
İŞ RAYINA GİRDİ!.. Almanca üzerinden yapılan bu ve benzer konuşmalardan hemen sonra hikayenin "giriş" bölümü başlıyormuş. Uzun sayılmayacak giriş bölümü, taraflardan birinin: "Eh girdik madem, hadi beraber gelişelim!" demesiyle ikinci safhaya ulaşıyormuş.
RAYINA GİRDİ News Dergisi'ne göre her ilişkinin sonu değişik değişik bitiyormuş. İki olay anlatıp araştırmacı dergicilik yapmışlar. O örnek olaylardan biri şöyle: Bienca adlı turist bayan "çok romantik" bulduğu Türk sevgilisini anlatmış, demiş ki: "Tanışmamız kısa sürdü. Ben adını sordum. O da: Benim adım Kerim dedi. Olay zaten o dakika kendiliğinden rayına girdi!.."
NEŞET SUYU NEREYE DÖKÜLÜR? İkinci örnek ise daha da romantik. Lizzy adlı genç güzel kadın Antalya'da bizim garson delikanlılardan biriyle karşılaşıyor. Genç kardeşimiz Lizzy'e yarım Almanca'sıyla: "Gözlerin yıldızlar gibi" diyor. Lizzy şanzıman dağıtıyor bu lafla. Elinde Türkiye Turizm Rehberi tutan genç kadın, garson kardeşin adının Neşet olduğunu öğrenince iyice şaşırıp, "Ooo mama miyaaaaaa!" diye çığlık atıyor. Ve rehberdeki bir sayfayı gösteriyor hemen. O sayfada bizim meşhur Neşet Suyu'nun fotoğrafı var. Uyanık garson Neşet hemen bağlıyor işi: "Sayın Frölaaayn. Gerçi Neşet Suyu'nun kaynağı İstanbul'dadır amma Antalya'dan denize dökülen kolu bizim Kepez Tepesi'ndeki evin ordan geçer."
TÜRK FIKRASI Dergici muhabirleri en çok şaşırtan hikaye ise diskoda rastladıkları bir Avusturyalı kadının anlattığı Türk fıkrası olmuş. Avusturyalı muhabirler boynunda ay-yıldız taşıyan bir hanım vatandaşlarını görünce sormuşlar: - Bunu niye takıyorsunuz boynunuza?.. Kadın da onlara yanındaki Türk sevgilisinden öğrendiği fıkrayı anlatmış: "Bir hanımefendi bir dükkandan içeri girip çantasından çıkardığı kol saatini uzatmış dükkan görevlisine: - Bu saat geri kalıyor. Lütfen tamir edebilir misiniz? - Edemeyiz hanımefendi! - Neden çok mu kötü bozulmuş? Onarma imkanı yok mu? - Bilemem hamfendi. Burası saatçi dükkanı değil... - Allah Allaaaah!. Ya ne dükkanı peki? - Burası ünlü Kemal Özkan Sünnet Kliniği... - Aaaa!.. E peki vitrine koyduğunuz saatler ne öyleyse? - Hıh hıh hııııh!.. Ne yani hamfendi. Başka ne koyacaktık ki vitrine?.. Sonra da şaşkın şaşaloz birbirlerine bakan muhabirlere, gülerek sormuş: Ne takacaktım ki boynuma başka? Hıh hıh hıh!..