Dünyanın,
Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya müthiş bir şiddetin tesiri altında kaldığının farkında mısınız? Bu yüzyılın insanlığın gelişmişliği açısından, geçmişte bıraktıklarından çok daha insana hizmet eder olması gerekirken, teori sürekli çürüyor.
Çünkü insan, uygar olmak yerine daha fazla servet sahibi olmayı tercih ediyor. Devletler, insanlığa refah sunmak yerine daha fazla toprak işgal etmeyi benimsiyor.
Hayatın keşmekeşinden kurtulup, bir başımıza kalabilmenin bir yolunu bulabilsek, bu
telaşımızın anlamsızlığını anlayarak yüzümüz kızaracak hiç şüphesiz, ne yazık ki bunu başaramıyoruz.
Sürekli bir kazanma hırsıyla bezenmiş güçlülük hastalığının, her alanda hayatı yaşanmaz kıldığının farkına, başımıza bir bela geldiğinde varıyoruz. Kendimiz bela olup başkalarının üzerine yağdığımızda, problem yok.
İşte sorun da tam burada başlıyor. '
Ötekini' hırpalamayı kendimize mubah saydığımızda, bir zaman sonra 'öteki' denilenin, kendimiz olmasını engelleme şansımız ortadan kalkıyor.
Irak'ta, Afganistan'da, Gürcistan'da, Osetya'da aslında olup biten aşağı yukarı aynı. Ortaya konulan
güçlülük savaşı, patronun kim olduğunu belirlemek üzerine . Elbette patronun aslan payını alacak olduğunu söylememe gerek yok!
Galiba, insanın ruhuna yakışmayan eylemlerde bulunduğunu itiraf etmekten başka çaremiz kalmıyor.
Bu yüzyılda, genel insanlık eğilimi olarak görünen uygarlaşmanın, vahşileşmek içgüdüsü karşısında yenilmek üzere olduğunu söylemek zorundayız.
Bu iddiayı abartılı buluyorsanız, kendi hayatınız üzerinden bir testle olup biteni anlamaya başlayabilirsiniz.
Aile içi şiddet, tanıdığınız kaç ailenin asla kapısından içeri giremiyor? Şiddetin sadece dayak demek olmadığı hatırlatmak isterim!
Tarafları çocuk yapmaya zorlamaktan, bulaşıkları yıkamak mecburiyetinde bırakmaya kadar her şey, fiziksel şiddetin de ötesinde örseleyici bir kudrete sahiptir.
İş yerinde kendisini patron ya da üst düzey yönetici diye konumlandıranların önemli bir kısmının, çalışanlarına bir şekilde sürekli tacizde bulunduklarını inkar etmek imkanımız var mı?
Taciz dediğimiz sadece cinsellikle ilgili bir şey değil . İnsanları vazifeleri dışında işlere koşmanın, olması gerekenden daha çok çalıştırmanın, onlara kötü davranmanın ruhu yıpratıcı olmadığını kim söyleyebilir?
Eskiden taş devrinde insanlar mağaralarda yaşarlarmış, okuma yazma bilmedikleri için birbirleriyle iletişimi, mağara duvarlarına çizdikleri şekillerle sağlarlarmış. Taş devrinde
adam, avlanmaya çıktığını, mağara duvarına çizdiği bir ok şekliyle anlatırmış. O zaman uygarlığın sıfır düzeyinde olduğunu söylüyor araştırmacılar. Sonra ateş bulunuyor, ardından tekerlek icat ediliyor, uygarlık denilen neyse o başlıyor.
Artık bırakın mağara duvarını, kağıt bile kullanmadan yazışabiliyoruz, internet var.
Ancak
iç huzuru ve mutluluk yok, öyle yok ki, mağara duvarına ok çizerek ava çıkan adamı, kıskanacak duruma geliyoruz neredeyse!