Evet biraz kışkırtıcı oldu, farkındayım. Biraz abartılı da bulunabilir. Ama şu rektör atamalarına başka bir açıdan bakınca aslında bu yazdığım başlığın haksızlık değil sapına kadar gerçek olduğunu görüyorum. Malum, Cumhurbaşkanı Gül, rektör atamaları yaptı. Sızlanmalar, itirazlar ve isyanlar da başladı. Geçtiğimiz yıl 27 Nisan emuhtıra ile başlayan süreçte çok aktif roller alan, türban yasasından sonra da siyasi iktidara karşı tabiri caizse meydan savaşı veren bazı rektörlerin atanmaması, ulusalcı-kemalist kanatta beklenen bir infial oluşturdu. Bu iki yüzlü insanlar, Ahmet Necdet Sezer'in biri kendi biri eşi olmak üzere iki oy almış kişiyi atamasına ses çıkarmazlarken, bugün en azından bu derece geniş açısı olmayan rakamların eşliğinde Abdullah Gül'ün yaptığı atamalara karşı çıkıyorlar. Hemen pek çoğu Nur Serter gibi bundan sonra gidebilecekleri yegane yol olan CHP milletvekilliğinden pay kapabilmek için de bugün aynı "Don Kişot"luklarını sürdürüyorlar. 12 Eylül tarafından getirilmiş YÖK düzeninde el pençe divan durmakta en küçük sakınca görmeyenler, bu çark aleyhlerine çalışınca birden demokrasiyi, seçimi, adaleti falan hatırladılar. Oysa konuşmaya hiç hakları yok. Çünkü, onların oyunun çobanın oyu kadar değeri yok. Tercihleri değersiz birilerinin de çıkıp sistemi eleştirme güçleri yok, çünkü onları dinleyen de yok. YÖK sistemindeki işleyiş çarpıklığı yıllardır bu "çürük pazarı" işletti. Hocalar her yıl bu seçim oyunu için toplandılar, bazıları aday oldu, bazıları oy verdi. Oylama sonucu en yüksek oyu alan altı aday YÖK'e gönderildi. YÖK tamamen siyasi ve ideolojik kriterler ile bu adaylar arasından aldığı oya bakmaksızın sayıyı üçe indirdi. Sonra liste Cumhurbaşkanı'nın önüne geldi. Cumhurbaşkanı da tamamen siyasi ve ideolojik sebeplerle üç kişiden birine yine aldığı oya bakmaksızın rektör atadı. Altı yüzden fazla oy almış aday yerine bir elin parmakları kadar oy almamış isim rektör seçildi. Kişisel kırgınlıkların dışında bu sisteme hiç kimse itiraz etmedi çünkü her şey kontrol altındaydı. Bazı isimler seçilemese bile üniversiteler ulusalcı sol-kemalist düşüncenin elinde kalmaya devam ediyordu. Televizyon televizyon dolaşanlar, köşeleri olanlar ya da aldığı onca oya rağmen seçilemeyenlerden hiç kimse bağırıp çağırmıyor, yargı yoluna gitmiyordu. Çobanın verdiği oyun sayısal bir değeri vardı ama hocaların tercihleri Cumhurbaşkanının iki dudağı arasında yerle yeksan oluyordu ve hiç biri buna ses çıkarmıyordu. Şimdi durum değişti, bu kez son sözü söyleyen kişi onların kontrolü altında birisi değil. O zaman sistemi de oylama sonuçlarını da eleştirmeye, demokrasiyi hatırlamaya başladılar. "Geçtiği Bor'un pazarı" diyorum onlara. Oyu çobanınki kadar bile para etmeyen sizleri bu saatten sonra kim ciddiye alır? Dönemin değişeceğini, CHP'nin iktidar ve ikbal günlerinin geleceğini ve o dönemde hepinizin para edeceğinizi düşünüyorsanız, hayal görmeye devam edin. Siz Cumhurbaşkanına laf yetiştireceğinize önce oyunuzun bir çoban kadar değer görmesinin mücadelesi verin. Demokrasiyi önce üniversitelerde kurtarın, Türkiye'ye gölge etmeyin yeter!