Eskiler, '
sahibinin sesi' denildiğinde,
gramofon dinleyen köpekle sembolize edilen, plak şirketi nden bahsedildiğini şıp diye anlarlardı. Şimdikiler için 'sahibinin sesi', notalarla dolu bir dünyayı çağrıştırmıyor ne yazık ki!
Sahibinin sesi kime dense, muhatabından çok sahibi merak konusu oluyor. Herkes onun ağzından konuşan sahibi merak ediyor. Bunun medya dünyasındaki çağrışımı ise, daha da iç bulandırıcı.
Son zamanlarda meslektaşların birbirleriyle rekabet edemediklerinde kullandıkları bu metafor, iyiden iyiye okuyucunun da hafızasına yerleşmiş görünüyor.
Kim hoşuna gitmeyen, kendi fikrince yanlış olan bir şey okusa, yazanı değil sahibini aramaya başlıyor.
Doğal olarak da bu 'sahibinin sesi' mevzuu giderek, gazetelerin ve muhatap olan yazarlarının, temizlenmek için debelenip durmak mecburiyetinde kaldıkları bir gayya kuyusuna dönüşüyor.
POZİTİF AYRIMCILIK Oysa
Takvim'i sürekli takip eden okuyucuları için, 'sahibinin sesi' imajı, utanç verici bir efekt olmak şöyle dursun, gurur duyulan bir özellik haline gelmiş gibi görünüyor.
'
Türkiye'nin Takvim'i' olmak iddiası böyle bir şey olsa gerek.
Her gün yalnızca Takvim'in birinci sayfasına bakanların bile, ne demek istediğimi gayet iyi anladıklarını sanıyorum. Ergenekon'un derin bilinmezlerine, hukuku ihlal etmeden, haberi mesnetsiz ayrıntılara boğmadan, ama korkmadan ve saklamadan giren Takvim, bana göre sadece gazetecilik görevini yapmakla kalmıyor, Türkiye'nin en ivedi ihtiyacı olan,
daha fazla demokrasi talebine de pozitif ayrımcılık yaparak güç veriyor.
Türkiye'nin akciğerleri cayır cayır yanarken, sadece kaç hektar orman alanının kül olduğunu haber vermekle yetinmeyip, "
katliamın filleri kim?" manşetiyle, meselenin derin tarafını gösteriyor. Bu toprağa yapılan ihaneti, "
Faili meçhul olarak mı kalacak?" sorusuyla derinleştiriyor.
CESURLUĞUN ELZEMİ! Konya'daki dehşeti sıradan bir ihmal olarak göstermek yerine, üzerine gidiyor.
Şimdi bütün bunları hatırlatmanın gereği olmadığını düşünen okuyucular olabilir. Belki yaşadıklarımız bu denli karmaşık olmasaydı, o okuyuculara hak verilebilirdi. Ancak bugünün şartları, bütün bunların önemini hatırlatmaktan başka çıkar yol bırakmıyor.
Bu ülkede,
daha fazla demokrasi talebi, kendilerini sosyal demokrat olarak konumlandıran kitleler arasında bile
soğuk duş etkisi yaratıyor. Bu topraklarda, evrensel niteliklere haiz hukuk arayışı, yerini kendi işine gelecek kararları verebilecek hukukçu arayışına dönüştürülmeye çalışılıyor. Bizim insanımızın ceberut olanı adil olana tercih etmesi gerektiğini savunanların sesi çok yüksek çıkıyor. Hazin ama gerçek!
Onlar, 'sahibinin sesi' olduklarını duymaktan nefret ediyorlar, çünkü sahipleri, bu ülkenin milyonlarını değil, para kasalarındaki milyarlarını ve sükselerini her şeyin üzerinde görüyor.
O zaman artık,
namuslularında, sahtekarlar kadar cesur olmaları nın elzem olduğu günleri yaşadığımızı hiç unutmamalıyız. Çünkü bunu unutmanın bedeli, hiç bu kadar ağır olmamıştı!