Savaş Ay bu hafta Türk Tiyatrosu'nun duayeni Suna Pekuysal'la yattığı hastane odasında fısıldaştı... Suna Abla onu arada bir güldürdü arada bir de fırça atıp, azarlayarak pek bir 'fena yaptı...'.
Çapa Tıp Fakültesi bahçesindeki devasa Genel Cerrahi binası önündeyim. Müthiş bir kalabalık var...
Giren, çıkan, kapıda dikilen, ilaç kutuları koşuşturan, yakınını sedyeden otomobile nakleden, kantine kümelenen insanlar, insanlar, insanlar... Sonra Suna Abla'yı görmeye 6. kata çıkıyorum. Cerrahi bölümleri emniyetin ağır suç masasına tekabül eder biraz. Orada 'hafif' vakaya pek rastlanmaz. İşinin en bilgili, en deneyimli ve hatta dünya çapında profesörleri, doçentleri, doktorları; yaman illetlere tutulanlara sağlık sıhhat vermeye çalışır orada. Endişelenmemin yegane temeli de bu yüzden. Yoksa çok ağır mı Suna Pekuysal'ın durumu? Koridora girip odasını sorduğumda gülümsüyor tüm görevliler. Doktorları, hemşireleri bırak, hastalar, hasta yakınları bile gülümsemekte. Belli ki, bu dev çınarın pozitif enerjisi hemen sızıp yayılmış bu mekana da. Dur bakalım yatakta mı, uyumakta mı ablam? Aaaa!.. O da ne. Yatak bozulmamış bile. Tam karşıda kanepeye oturmuş, önündeki tepsiden hastane yemeğini yemekle meşgul. Ağrıları arttığı için genel bir kontrole almışlar onu. Solunumunda sıkıntı, kalbinde hafif sıkışma varmış ama bugün-yarın taburcu olacak kadar iyi durumda.
YENİ OYUNLARA ÇIKARIM Odada bir de Moldovalı bayan yardımcısı var. Elini, yanaklarını öpüveriyorum tek çırpıda. Benden de meraklı ya, salvoyu o başlatıyor...
- Nasılsın bakayım? Burada mı tedavi görüyorsun sen de? - Yok abla ben ara sıra gelip gidiyorum. Yatmalık bir durumum yok şükür. - Annen nasıl, oğlan nasıl, yazlıkta mı Şükran? - İkisi de yazlıkta ablam. - Kim söyledi burada olduğumu? - Üstün Asutay'dan duydum. BASAD'a (Bakırköylü Sanatçılar Derneği) sürpriz bir belgesel hazırlıyorum. Rahmetli eşin Ergun abi de (Köknar) kurucularından ya, anlatacağın çok şey vardır dedim. - Çok uğraştı zamanında Ergun. Bakırköy çok özeldir, halkevleri çok özeldir bizler için. - Abla 60 yıldır sahnedesin muhteşem bir rekor bu. - Daha dur bakalım. - Lüküs Hayat'ı da 14 sene oynayıp başka bir rekor kırdın. - Orada esas rekor Zihni'nin ( Göktay) 20 yıl oynadı. - Yeniden oynar mısın 'Lüküs Hayat'ta? - Okuduğum kitabı bir daha okumam. Yeni oyunlara çıkarım.
BİR DAHA İNMEDİM - İlk oyunun 14 yaşında 'Artist Aranıyor'du değil mi? - Taa 1949'du o zaman. Belediye konservatuarında öğrenciydim. Kadri Ögalman'ın oyunuydu Artist Aranıyor. - Meğer aranan artist sen miymişsin? - O çocuk bölümünün oyunuydu. 3 sene sonra dram bölümüne aldılar beni. Bir daha da inmedim sahneden. - Emekli ettilerdi seni 98'de. Çok kızmıştın. "Sahnede ölmek istiyorum, kim beni ayırabilir sahneden?" diyordun. - Sonradan Ahudu oyunu için misafir olarak yine çıktım şehir tiyatrosuna. Darülbedayi'den beri aşkımızın merkezi orasıdır.
PARLAYIP KIZIYORSUN - Ne ustaların, hocaların vardı kimbilir? - Hepsi birer efsanedir onların. Vasfi Rıza, Talat Artemel, Reşit Gürzap, Mahmut Moralı, Hazım Körmükçü, Şevkiye Mav kimler kimler yoktu ki. - Ergun Köknar nasıl kaptı o güzelim, o parlayan genç yıldız kızı! - (gülerek) Zor oldu. - Tahmin ederim. Herkesi güldürüyorsun ama gizli otoritesin valla. Hemen parlıyor, kızıyorsun. - Tabii kızarım. Bak demin fotoğraf makinenin pili bitti. Olur mu hiç böyle saçmalık... - !!!!!! - Bitmeyecek. Biterse yedek pilin olacak mutlaka. - Tamam abla gelme üstüme. Yaptık bir hata.
YAĞ, SOĞAN, PATATES - Kadın da öyle olacak. Her şeyi önceden düşünecek evinde. - Ne alaka? - Çok alaka. Ben hayatım boyunca bakkala, kasaba, manava gidip şundan yarım kilo, şundan 300 gram demedim. Fazla alıp stokta tutacaksın. Zaten bir kadının evinde zeytinyağı, soğan ve patates varsa korkacak bir durum yok. Becerikliyse her şeyi yapar. - Şu Ergun abi işine dönelim mi? - Ben yönetmenin verdiğiyle yetinmem. Kendi kendime de rolü derinlemesine çalışırım. Tarzım budur yani. Bir rolüm vardı, diyalekt yapmam gerekiyordu. Rol arkadaşım olan Ergun'a: "Senle aynı yöre insanını oynuyoruz. O bölgedeki ağzı ortak tutturmazsak komik oluruz. Beni çalıştırır mısın?" dedim.
MÜNASEBETSİZLEŞME - Allah kısmete bak. - Adam şaşırdı ama çok da hoşuna gitti. 'Fazladan çalışmak isteyen, işini ciddiye alan biri var tiyatroda demek?' diye düşünüp sevindi. - (gülerek) İyi çalıştınız demek ki? - (kızıyor) Münasebetsizleşme. - Vallahi iyi niyetle söyledim abla, hiddet yapma hemen. - Bilirim ben seni hınzır. İşte böyle başladı arkadaşlığımız. Beni pek beğeniyormuş ama hiç bir falso, renk vermiyordu başta.
BENEKLİSİ BENİM - Sonra? - Sonra oyun sahnelenmeye başladı. Bir gün tam oyunun ortasında repliğini yarıda kesti, şöyle bir etrafa baktı ve bağırdı: 'Eyy ahali, ey buradakiler. Hepiniz şahit olun ki ben bu kızı tez vakitte Allah'ın emriyle alacağım...' - Vaaay!.. - Herkes dondu kaldı. Hele ben şoke oldum. - Kim olmaz ki? - Sonra da nasip oldu işte. O koskoca, iri kıyım adam o kadar hassas, sevgi dolu, muhteşem biriydi. Hâlâ aklım, ruhum, sevgim onunla. - Tiyatrocuların hepsi sevinmiştir bu beraberliğe. - Sevinmez mi? Bedia Hanım (Muvahhit) mesela ikimizi de çok severdi. Ben hamile kaldığımda karnımı okşayıp 'beneklisi benim' dediydi... - !!!!!!! - (gülerek) Ergun'u cüssesinden dolayı 'ayı' diye severlerdi ya o yüzdenmiş.