Anayasa Mahkemesi, türban değişikliğini iptal etti. Büyük tiyatro canlandı.
Gazeteler ve televizyon ekranlarında, tıpkı sahneye çıkar gibi AKP'nin arabasına doluşmuş "liberal" yazarlar ile "muhafazakar" yazarlar yerlerini aldılar. Ne de olsa sahnenin en ışıklı ve gösterişli yerini onlar dolduruyor.
Öte tarafta "ulusalcılar" da kendi mecralarında bir nevi "göbek atarak" Anayasa Mahkemesi kararına destek veriyorlar.
***
Usta analizciler, bu tür görüntüler ile "gerçeği" birbirinden ayırmak için şuna bakarlar genellikle:
Aklınızda son kalan nedir?
(Yani operasyonları yapanlar açısından kalması istenen şey nedir?)
***
Bir taraf; AKP'yi savunuyor, mağdur olduğunu anlatıyor, demokrasinin yara aldığını, Anayasa Mahkemesi'nin Meclis'in yetkisini gasp ettiğini iddia ediyor.
Öteki taraf; Anayasa Mahkemesi'nin yerinde kararla laik Cumhuriyet ilkelerini savunduğunu söylüyor.
Sonuç ne?
İlk sonuç, Türkiye'de "yasama" ile "yürütme"yi bir tarafta, "yargı"yı öteki tarafta tasnif ederek çatıştırmak, rejim bunalımı çıkartmak ve kaosu hızlandırmak!
"Önce kaosu yarat, sonra çöz, kahraman ol, yönet!" prensibi...
***
Böyle bir kaostan kimlerin menfaati vardır peki?
Cüneyd Zapsu, "AKP'yi deliğe süpürmeyin" demişti.
Manzaraya bakınca, yargı eliyle AKP'nin deliğe süpürülmeye çalışıldığını görmekteyiz.
Peki, AKP bu işe nasıl bakıyor?
Dışişleri Bakanı Ali Babacan ABD'de yeni başkanlık döneminde Ortadoğu'da sürdürülecek stratejik planları hummalı bir şekilde tartışırken, Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Başbuğ burada "Türkiye'nin İran ile teröre karşı bölgesel işbirliği yaptığını" açıklıyor.
ABD Dışişleri Sözcüsü Bryza ise 2 gün önce şu açıklamayı yapıyor:
"AKP'nin kapatılması meselesi bizi ilgilendirmiyor. Türkiye bu konuyu kendi demokratik yapısı içinde çözer. Bizi asıl ilgilendiren konu, İran'ın nükleer faaliyetlerinin durdurulmasıdır."
***
Bizim meslektaşlarımızın yaklaşan "büyük kaosa" bilerek ya da bilmeyerek hizmet ettikleri açık.
İnsan beyni sormadan edemiyor:
İktidar partisinin "tepe heyetinde" yaklaşmakta olan ekonomik ve politik hesaplaşmadan kaçıp kurtulma içgüdüsü var mıdır?
Bu bağlamda Anayasa Mahkemesi'nde yaklaşan "kapatma kararı" aslında bir büyük oyunun beklenen sonu mudur?
(Oyun içinde oyun varsa ne olur, o da yarına...)