Galatasaray'ı şampiyon yapan Cevat Güler, sessizliğini TAKVİM'e bozdu. Feldkamp'tan sonra üstlendiği zor görevi anlatan Cevat Hoca, Galatasaray'daki ağabeylik ruhunu tüm içtenliğiyle paylaştı...
***
Başarının sırrı birliktir...
Başarının Türkiye Cevat Güler'i Turkcell Süper Ligi'nin son haftalarında tanıdı. Şampiyonluğa uzanan zorlu yolda takımını sırtlayan Cevat Hoca, Galatasaray için dişini tırnağına taktı. Ligin son haftasında şampiyonluğu kucaklayan Galatasaraylılar ona minnettardı... Gaziosmanpaşaspor'da meslek hayatına başlayan Cevat Güler, oradaki dostlarıyla hâlâ görüşüyor... İşlerin arasında fırsat buldukça soluğu eski dostları yanında alıyor.
Galatasaray'ın yeni teknik direktörünü konuşuyor herkes; Cevat Güler'i... Tribünlerin önündeki o heyecanlı adamdan söz ediyorum; ak saçlı delikanlıdan... Onu bir maçın bitiminde hem de çalıştırdığı takımın galip olarak bitirdiği bir maçın bitiminde; -sahada kalıp şova katılması gerekirkensoyunma odasına doğru koşarken gördüğünde herkes şaşırmıştı; ne yapıyor bu adam? Cevat Hoca o zaman yanıtlamıştı kendisine bu soru sorulduğunda; "Sevincimi önce çalışanlarla kutladım. Sonra sahaya döndüm!" Hayreti giderek büyüyordu insanların; nasıl yani? Hemen yanıtlamıştı Cevat Hoca; "Sevincimi öncelikle çalışan personelle paylaşmak istedim. Onlar işin mutfak kısmında, perdenin gerisinde. Mutluluğumu önce onlarla, sonra sahaya gelip oyuncularımla paylaştım... Sadece teknik heyet değil, bizi destekleyenlerden, yönetenlerden, profesyonellerden başlayarak herkesi kutlamak gerek!" İstanbul Üniversitesi Beden Eğitimi Yüksek Okulu'nda Öğretim Görevlisi Cevat Güler. Psikoloji, antrenman bilimi ve spor sakatlıkları üzerine yıllardır araştırıyor, okuyor, yazıyor... Yani kimilerinin söylediği gibi bir 'spor sakatlığı uzmanından, doktordan, fizyoterapistten, masörden' söz etmiyoruz. Şu anda Galatasaray'ın başında bir bilimadamı var. Her teknik adamın anılmayı istediği bir unvan mıdır bu? Çok unvan gelip geçti futbol aleminden; Kral, İmparator v.b. Ama "Profesör" ilk kez oluyor. Feldkamp ayrıldığında kimlerin adı geçmemişti Galatasaray Teknik Adamlığı için; Abdullah Avcı, Laudrup, Luis Van Gaal, Zaccoroni... Ama o şimdi gerekli olan isimdi ve bir alt yapı hocasının böyle bir kulüpte teknik adam olarak görev alabileceğini kanıtladı. Bu ilk olmuyor tabii ki. Benzer bir durum Fenerbahçe'de yaşanmış, Werner Lorant'ın ardından Oğuz Çetin görevi devralmış yaşanan arbedede top, alt yapının memleketteki altın isimlerinden Tamer Güney Hoca'nın önüne düşmüştü. Teknik adamlık pası onun önüne tesadüfen düşmedi elbette ki. Nereden mi biliyorum? Bu satırların yazarı da 1989-90 yıllarında Gaziosmanpaşaspor'da yardımcı teknik adamlık yaptığı dönemde futbolcusuydu çünkü. Anlattıkları, inceliği ve insanlığı hep aklımdaydı. Sessiz, sedasız ve paylaşarak nasıl kazanılır gösterdi Cevat Hoca. İlk defa böyle bir hissiyatla bakıyorum çim sahada olup bitenlere. Ak saçlı delikanlı şampiyon yaptı takımını. Niyetlerimiz ve düşlerimiz kazandı aslında. Peki Cevat Güler aynı görevde kalacak mı? Bilinmez. Ama şu olmasın isterim; birkaç gün sonra başarıyı ona mal edenler çark etmez. Siz Trabzonspor maçının ardından koşarak soyunma odasına gittiniz ve sonra sahaya dönüp futbolcularınızla kucaklaştınız. Neden böyle yaptığınıza dair açıklamanız ilginçti; "Mutfaktakilere, işin arkasındakilere koştum önce!"Bizim 18 kişilik bir futbolcu kadromuz var ya da 19-20. Onun dışında 40 kişilik bir kafileyle maçlara gidiyoruz. Bunun içinde masörü, doktoru, fizyoterapisti, malzeme sorumlumuz v.b. farklı görevlerde; takımın başarısı için emek harcayan insanlar var. Onlar kulübede bizimle birlikte olamıyor. Ne zaman soyunma odasına gidiyoruz, o anda onlarla birlikte olabiliyoruz. Sevincimi onlarla, yani kulübede bizimle birlikte olamayan ama aynı heyecanı yaşayan arkadaşlarla paylaştım...
*
Biraz daha açalım mı?
Bu insanlar bu geminin, bu trenin yürümesini sağlayan insanlardır. Onlara gitmemin nedeni budur.
*
Bir bütün olmanın, birlik olmanın gücüne inanıyoruz değil mi?
Kesinlikle. Grup sinerjisi ya da enerjisinin oluşabilmesi için işin içindeki herkesin aynı noktaya vurması lazım. Aynı şeyi düşünmesi lazım. Galatasaray'da yakaladığımız buydu o zorlu dönemeçte...
*
'Hadi koçum, hadi aslanım' duygusunun daha ilerisinde bir şeylerden bahsediyorsunuz?
Bunlar önemli kelimeler ama... Bakın ben psikoloji eğitimi almış, uzmanlaşmış kişilerle sürekli temas halinde olan, bu konuda araştırmalar yapan biriyim.
*
Neden hocam bunca çaba? Çok mu önemli bunlar?
Tabii önemli. İnsanla uğraşıyoruz! Bu yöneticidir, oyuncudur, masördür, doktordur fark etmez. Ama bunlar sonunda 'insan'...
İNSANDAN SÖZ EDİYORUZ
*
Affınıza mahcuben; çok da önemli olmadığını düşündüğüm bir nosyondan söz ediyorsunuz; insan! Bu kadar önemli mi?
Böyle bir şeyi kabul edemem; yani 'insanın değeri yok bu memlekette' diye kabul edemem. Kimimiz antrenman yapmalarını sağlıyoruz, kimimiz o antrenmanı yapıyoruz. Ama sonuçta insanız. Yiyen, içen, uyuyan, düşünen, hiddetlenen, dost kalabilen, düşman olan, seven, sevilen olarak insandan söz ediyorum.
*
Ama işte insan kısım kısım!
Tamam, üstlendikleri görevler farklı olabilir ama insandan söz ediyoruz. Futbolcu bağırıyor, çağırıyor, reaksiyon gösteriyor, kızıyor ama sonunda insan o.
*
İnsanın bütün halleri var futbolda. Hayata benziyor değil mi?
Futbol, basketbol, okul, hocalık... Hayat tabii; her şey var içinde! İnsan bu işte...
*
Yarışmanın acımasız kuralları var, değil mi?
Yarışma kesinlikle acımasızdır.
*
Neye ve kime karşı?
Önce kendinize karşı. Niye bir insan günlük hayattaki ortalama 70 civarındaki nabzını 170-180'lere çıkarmak için uğraş versin ki? Çünkü nabzın bu kadar yükselmesi demek, kalbin o süre içinde yeterli derecede beslenememesi demek. O da bir eziyet.
*
Nedeni ne peki bunun?
Vücut yıllarca yaptığınız bir şeye alıştığı için istiyor adrenalini. Üst düzey spor yapanlar 1-2 gün terlemeden, spor yapmadan gün geçirsin kendini rahatsız hisseder. Çünkü alışmıştır o adrenaline...
SPORCU ADRENALİNE ALIŞKINDIR
*
Ama sizin bunca çabanız, alışkanlıklarınızdan değil sadece. Bunun arkasında başka ve milyonları ilgilendiren bir gerekçe var...
Burada sözü edilen şey, spora bağımlı olmak. 10-12 yaşında spora başlayan bir sporcu, 20-25 yıl boyunca bunu yapıyor. Düşünün ki; bir profesyonel sporcu, yılda en az 400 idman yapıyor 60-70 tane maç yapıyor... Alışıyor ona bünyesi...
*
İnsanın kendine acımasızlığı burada mı başlıyor?
Tabii ki. İki boksör karşılıklı mücadele ediyor. Ama hakem 'Dur!' dediği zaman da duruyor. Spor mu, değil mi tartışmalarına girmiyorum...
*
Bu yorgunluk ya da acı çekme sürecinin zevk haline geldiği anlar... Sadomazoşizm gibi mi?
Biz çalıştırıcı olarak yükleniriz onlara. Maç öncesi antrenmanlarda acı çekerler. Yaptığımız onların daha geç yorulmalarını sağlamak. Bundan hem sosyal, hem maddi, hem manevi tatmin olurlar. Ne zaman? Bütün o eziyetli çalışamaların ödülünü aldıkları; galip geldikleri, kazanç elde ettikleri zaman tabii ki.
*
Peki, bunca çilenin karşılığını sizinle ilişkilerinde bulduklarını söyleyebilir misiniz? Nasıllar size karşı?
Ben ikna ederek yaptırıyorum bütün çalışmalarımı. Daha doğrusu antrenman programının sonunda kendindeki değişiklikleri görüyorsa ikna oluyor zaten.
ANİ GELİŞ-GİDİŞLER VARSA...
*
Bizim futbolcumuz neye inanıyor, neye inanmıyor?
Biraz ani bir soru oldu açıkçası, 'Buraları çalışmadım' diyeyim... Şunu gördüm; eğer davranışlarınızın, bilginizin, becerinizin, söylemlerinizin sürekliliği varsa inanıyorlar ama ani geliş-gidişler varsa futbolcumuz inanmıyor. En zor pozisyondaki davranışınızla farklı pozisyondaki bir davranışınız arasındaki açı farklılığı fazlaysa futbolcu inanmıyor size.
*
Bir iç tutarlılık arıyor yani sporcular...
Bakın 1985'te Gaziosmanpaşaspor'da başladım. Benim halen dostluğumu devam ettirdiğim, dertleştiğim, arkadaşlık yaptığım insanlar var. Biz onlara bütün bilgimizi aktardık, yetişmeleri için eğitim verdik, onların çoğunun isim olmasını sağladık... Hâlâ arar sorar beni futbolcular. Bizim zor anlarımız olmadı mı? Sert yaptığımız zamanlar olmadı mı? Oldu, ama sporcu yaptığınız 50 doğrunun arasında 1 yanlışa takılmaz. Neyin sürekli olduğuna bakar.
*
Arkadaşlık da böyle bir şey...
Yenilmişsiniz ya da kötü bir durum olmuş; oradaki tavrınıza takılmazlar. 30-40 yıllık arkadaşlarım var. Tartıştığımız, bir konuda fikir beyan ederken karşı karşıya geldiğimiz olmuyor mu? Oldu, ama arkadaşlıklarımız da devam etti.
*
Bu ilişkileriniz daha çok Taşlıtarla-Gaziosmanpaşa'da değil mi?
Bu yoğun dönemde bile orada haftada 1 gün oturup konuştuğum, dertleştiğim dostlarım var. Benim için çok şey ifade eder orası. Yıllarca spor adamlığı, yöneticilik bile yaptım orada. Özel antrenman programları, antrenörlük, yöneticilik... Ne bileyim 7-8 ayrı iş yaparken bile orası önemli oldu benim için.
*
Nedir bu tutkunun nedeni?
Bağlılık ama bir de şu var; yapılacak bir şey var ve 'Hocam sen yaparsın bunu' diyorlar. Ben de katılmak, bilgimi ve deneyimlerimi aktarmak zorunda hissediyorum kendimi...
BİLGİ BİRİKİMİMİ PAYLAŞMAK İSTİYORUM
*
Zorunda mısınız gerçekten?
Evet ve neden olmayayım ki? Neden biriktiriyorum ki bütün bunları? Oradaki insanların, gençlerin buna ihtiyacı var.
*
Peki, doğduğunuz yerlere gidebiliyor musunuz?
Çok sık olamıyor artık. 8 yıllık eğitime geçildiği sene, çevreye yararımız olur diye gittik. Deneyimlerimizi aktardık.
*
Coğrafya çok uygun değil mi spor yapmaya?
Bakın yüzmeyi derede öğrendim ben. Babamız, ağabeyimiz atardı bizi dereye. Orada kendi kendimize öğrenirdik yüzmeyi.