Mustafa Kandıralı ve arkadaşlarından oyun havaları dinleyerek büyüyen kuşağız biz. Klarnete aşinayız. Anlatmaya borçluyuz... Haydi o zaman anlatalım...
Hüsnü Şenlendirici'nin cep telefonuma çektiği mesajı saklıyorum hâlâ. Diyor ki; "Seni rehberime 'baba' diye kaydetmişim. Her zaman gördüğüm o babalığını yine esirgemedin, sağ ol Savaş Abi." Neden böyle yazdığını anlatmak 'icap etmez'. Şu kadarını söyleyeyim, başı dardaydı, herkes "vur abalıya" yapıyordu. "Toplu linçe kurban" gidiyordu çocuk o dönem. "Tek ve gerçek dostun klarnete daha sıkı sarıl, aşarsın zor günleri" demiştim sadece.
NASIL YANİ? Hüsnü'yle aramızdaki muhabbetin evveliyatı da mühim aslında. Rahmetli babam askerde mızıka takımındaymış. Orada az biraz öğrenmiş klarnet çalmayı. Yıllar sonra daha da ilerletmek istemiş ve klarnet ustası arkadaşı Hüsnü Şenlendirici'ye gidip; "ders versene bana" demiş. "1976'da doğan çocuk nasıl olur da 1982'de ahirete göçen babana hocalık yapar?" diyen varsa haklı. Ama minik bir latifeye bezedim bu hatırayı. Çünkü babama, "doğru üfle şunu" diye adap gösteren adam, şimdiki Hüsnü'nün büyük babası olan Hüsnü Şenlendirici. Yani torunundan çok önce Bergama sırtlarındaki mahallede işin piri olmuş bir dede Şenlendirici vardı. Sırf o mu? Diğer dedesi, yani annesinin babası merhum Fahrettin Amca da (Köfteci) bir başka klarnet üstadıydı.
SON OLDU Babası Ergun Abi'ye gelince. O da muhteşem bir trompetçiydi. Zamanında plaklarda ve sahnelerde anama çok eşlik etti. Hastalanıp, çalgısından uzak durmaya başladığı günlerde, elinde büyüyen oğlum Ulaş'ın hatırını kıramayıp albümüne çaldı ve ölümünden önce son performansı oldu bu. Tekrar bizim delikanlıya, genç Hüsnü Şenlendirici'ye gelelim. Onun, müzisyenliği dışında kalan "malum olaylarla" gündeme gelişlerinden bana ne, bize ne, kime ne? Esas mevzuumuz Bergama'daki kadim Roman mahallesinde doğup, büyüyüp, emziği attıktan hemen sonra, daha 5 yaşındayken minik dudaklarına klarnet kamışı yerleştiren bu harika çocuk çünkü. Düşsel 'Müzik Perisi' göklerde uçuşurken, sihirli değneğinden yetenek tozları saçmış mahalleye, daha nice virtüözler boy vermiş o daracık sokaklarında Bergama'nın. Ötesinde hep bildiğiniz gibi, konservatuarda da okudu, oralardan sıçrayıp New York-Central Park'ta muhteşem konserler de verdi.
SAKİN VE SEVİMLİ Şimdilerde bir başka "klarnetist" daha ünlendi ne güzel. Serkan Çağrı adlı bu genç adam da Hüsnü ile aynı yıl doğmuştu. Onu ilk tanıdığımda Grup Laçin'de çalan, sakin, sevimli, temiz yüzlü bir delikanlıydı. Soru sorunca kızaran, "aferin" aldıkça mahcupluktan yer diplerine kaçmak isteyen bir hoş çocuktu. Onun da sülalesi müzisyendi. Oyuncak yerine ona hep enstrüman alır armağan ederlerdi ama o, bunca 'oyuncak' arasında klarnete heves etmişti küçüminnacıkken.
MODEL OLDU Büyüyünce bir de başka büyük iş becerdi. Klarnetin Türk Müziği icrasına zor gelen anatomisinde kendince değişikler yaptı. El oğlu "vay sen kimsin de usul ayar bozarsın" demek şöyle dursun, ödüllendirdi onu. Dünyanın dev enstrüman üreticilerinden Alman Amati-Denak firması çıkardığı yeni modele "Serkan Çağrı modeli" adını koyup üretti. Serkan'ın bir söyleşisine rast geldim geçen gün. "Bir ben bir de Hüsnü arkadaş var" diyerek memleket ustalarını 2'ye düşürmesine biraz kızdım. Sanırım Selim Sesler kızmakla da kalmamış, hayli kırılmıştır bu gence. Çünkü Selim de dinlerken insanı kendinden geçiren bir maharette çalıyor bu sazı ve bunu sadece memleket ahalisi değil 7 düvel müzikseveri de aynen kabul ediyor.
NERELERE GELDİK... Aslına bakarsanız o eski radyo günlerinde, "Mustafa Kandıralı ve arkadaşlarından oyun havaları" dinleyerek büyüyen kuşağız biz. Bahriye Çiftetellisi, Konyalı, Harmandalı art arda gelirken Kandıralı üstat klarnetini öyle bir üfler, nameleri öyle bir savurur raks ettirirdi ki hey heeey. En ağır başlı ihtiyarlardan, artık evlerinin içini garnizon disipliniyle bezeyen, gülücüksüz tekaüt paşalara kadar herkesin kanı kaynardı sertleşmiş damarlarında.
SÜNNET DÜĞÜNÜ Bir gün kızı Kısmet'i bizim A Takımı programına çıkarıp şarkı söylemesi için anneme rica etmiş. Duyunca sitemlendim. Arayıp, " Sen benim sünnetimde, Salacak Gazinosu'nda bir eliyle klarnet çalıp öbür eliyle bahşişimi vermiş baba dostusun, senin kızın Kısmet'i ağırlamak bize kısmet oluyorsa bu ne keyif ustam" dedim sesi ağlamaklı olduydu. 3-5 gün sonra da rastlantı eseri Beyoğlu'nda görüp, ellerinden öptüydüm oh!... Klarnetin bir başka ustası da hem besteci hem hoca Şükrü Tunar merhumdu. Zamanının tüm büyük solistlerine besteler de vermiş, onların saz heyetlerinde ağır top olarak yer de almıştı. Zaten ölümü de kendisine en yaraşır yerde, bir gazino sahnesinde Zeki Müren'e eşlik ederken geçirdiği kalp krizi sonucu oldu.
PERDE BASARKEN Diğer bir üstat olan merhum Yılmaz Şallıel'e "Niye en büyük Şükrü Tunar'dı diyorsun abi?" diye sormuştum, anlattıydı. "Perde basarken kıl kadar hata yapmazdı. Darbukasız çalmak zordur ama ritim duygusu yüksekti tek başına orkestraydı. Fasıllar, taksimler, oyun havaları çaldığında hep farkı yakalardı. Nakış işler gibi süslerdi şarkıyı. Hele zeybek, çiftetelli, sirto, longa, karşılama icra ederken su dökülmez olurdu ellerine." Sonra bizi dinleyen kardeşi Metin Şallıel girdi lafa; "Onu Zeki Müren'in ağzından dinledim. Dedi ki; Şükrü Tunar'da insanda nadiren görülen vasıfları vardı. Sazını kullanmaya başladığında resmen rengi değişir. Beti benzi atar, duygudan sapsarı olur. Taksim ederken gözlerini yumar, sanki bir başka aleme gider."