Türkiye'nin kamplaşmaya gittiğini "nihayet" fark edenlerin, zorunlu çıkış halini izliyoruz.
Adına "Sivil çağrı" diyorlar da...
Ülkenin meydanlarını suskun bırakanların, şimdi ortak bildirilerle yaptığı çağrılar, geç kalmışlığın da ortak suçudur.
Ve kurdukları iktidar köprülerinin bedelidir.
***
Zamanı sorgularken, önce kendisini sorgulamalı insan.
Ellerindeki gücü ülkenin çıkarları adına kullanmayanların, temsil ettikleri toplumun sorumluluğunu baştan savdıklarını yıllardır izliyoruz.
İşçiler kan ağlarken, her iktidarla işbirliği yapanlar ve hukukun iktidar olması için her şeyi kadere bırakanlar, ortak bildirilerini geçmiş zamana yollasın!
Bankaları hortumlayanlar için çıkartmadıkları sesleri, vicdanlarında yankılanıyorsa eğer...
***
Hukuk için için ağlıyor.
Ülkenin pusulaları paslanmış.
Ülkenin işçileri, öğretmenleri ve emeklileri için hayat durmuş!
Para tanrılaştırılmış.
İnsanlar kamplara bölünmüş, ülke iç savaşın eşiğine sürüklenmiş.
Devletten beslenmeye alışmış gazetelerin yayın yönetmenleri, Başbakanlık yapmaya soyunur olmuş.
Ya da dibine kadar sırnaşır olmuş.
Böyle bir ülkede sivil çağrı, ölüye suni teneffüs yapmak gibi bir şey!
Pardon ama bugüne kadar neredeydiler?
***
Varsa yoksa borsa...
Yükselen değerin alçaklık olmasına izin veren sistem, doların yükselmesine izin vermeyen düzeni ayakta alkışlamadı mı?
İnsanlık ölürken parayı canlı tutmak, düzeni ayakta tutmanın ta kendisi değil miydi?
Şimdi doların yükselmesinden duyulan kaygı, toplumun ve politikanın bozulmasından duyulsaydı, bugünlere gelinir miydi?
Gerilimin tek nedeni olarak parti liderlerini işaret etmekten daha büyük bir yanıltma metodu olur mu?
***
Namusluların, namussuzlardan daha cesur olmadığı ülkelerde...
Gerilim politikası hayatın temel ilkesidir.
Böyle beslenir, böyle geçinir ve böyle çağrılarla "5 dakika ara" verir!
Sonra?
Sonrası uzun hikaye.
Sonrası inleyen nağmeler...