Hırdavat Profesörü
Perşembe Pazarı'na düştü yolum. Işık böyle tepeden tepeden sarı sıcak vurduğunda kıyıları fotoğrafçı cenneti olur oranın. Taş iskelelerine kafadan, kıçtan bağlı ahşap sandallar, köhne kayıklar doludur şimdi. Haliç'e girişte ayakbastı bedeli öder gibi, dümen ardından altın renkli köpükler saçarak yürür cümle tekneler.
TELEVİZYONKUŞU İyi de ben kıyıya varamadım ki. Başa yazdığım o mebzul 'deli'den biri çıktı yoluma. Kolumdan tuttuğu gibi bir dükkana soktu beni. Amma kocaman da sesi var, gümbürdüyor. - Gel bakalım televizyon kuşu. Gel de 'Hırdavat Profesörü'nün mekanını gör.
VİDACIVATA Tavanı yüksek, eni boyu hallice bir dükkan ama duvarda, köşede, yerde milim boş yer yok. Ya gerçekten hırdavat soyundan gelen alet edevat, vida cıvata, ya beyaz kağıtlara yazılı ahkam cümleleri doldurmuş yanı yamacı. Masasının üzerinde duran bilgisayar monitörüne bile yazı yazmış adam.
KİMİNSUÇU? Tam karşımda manası derin bir laf ilk göz ağrım. "Babanın fakir olması senin suçun değil ama kayınpederin fakirse bu senin suçun!.." On yıllardır o bölgede esnaf ama en yakın arkadaşları bile gerçek adını unutmuş. - Ne yani adını bağışlamayacak mısın? - Biri bana adımla "Yalçın" diye bağırsa arkamı dönüp bakmam bile. Yalçın Bulut gibi ha? - Yalçın'ı unut Bulut kalsın yani. - Kurtlar Vadisi'ne sen de takılıyorsun demek Savaş Abi? - Hem de nasıl fanatiğim bilsen.
'FISILDARSANDUYARIM' - Sadede gelelim biz. Be abicim, herkesi çıkarttın o ekrana. Çarşaf çarşaf yazı yaptın herkesi. Burada bir profesör var bilmedin kıymetini. - İtin olsun profesör. Sen anlat ben yazayım. - Hah şöyle. Biz seni bu yüzden severiz işte. Kibrin, tafran yok ya. "Bizden bu" deriz. - Bak anlaşalım seninle. Duyuyorsun... Daha doğrusu duyamıyorsun ki sesim az çıkıyor. - Fısıltını da duyarım dert etme. - O vakit "Anlat hocam" demiş olayım ben. Sen de teklemeden at, her bir şeyi anlat. Kavlimiz böyle olunca anlatıyor durmaksızın. Onlara da az aşağıda göz atın.