Doksan Dokuz Yüz!..
Yüzsüzlükten bahsederek açtım konuyu ama yüzlerin macerasıyla devam etmek daha onur verici. Şimdi anımsayalım. Yüzler üzerine kitaplar yazan bir de Cemal Süreya vardı. Doksan Dokuz Yüz koymuştu adını kitabının. Ya da Nazım Hikmet'in Memleketimden İnsan Manzaraları ya da Çetin Altan ve Bir Yumak İnsan... İnsan yüzlerinden kalkarak önce o insanı, sonra çevresinde yaşanan hayatı... Hatta memleketi, dünyayı tanımlayabilmek mümkün. Yeter ki adını andığımız bunca usta gibi yaşama ve kaleme hakim olan biri oluna... Kelepçe ve zincir... Nasıl da birkaç yalın sözcükle anlatıverir insan, insanları. Mesela Nazım bir şiirinin bir yerinde der ki: "Çoğunun yüzünü unuttum. Yalnız çok ince, çok uzun bir burundur aklımda kalan. Bir tek kaygıları vardı hakkımda hüküm okunurken: Heybetli olmak... Değildiler. İnsandan çok eşyaya benziyorlardı. Duvar saatleri gibi ahmak, kibirli... Ve kelepçe zincir gibi hazin ve rezildiler." Sizin hiç babanız?.. Kendi yüzünü bir şiirine dize yapan Cemal Süreya ise "Sizin Hiç Babanız Öldü mü?" adlı o unutulmaz eserde bakın kendi yüzü için ne diyor? "Taşları gelince hamam taşlarına Taşlar pırıl pırıldı ayna gibiydi Aynada yüzümün yarısını gördüm Bir şey gibiydi Bir şey gibi kötü Siz hiç sabunluyken ağladınız mı?.." Unutulmaz yüz!.. Şimdi siz de bakın etrafınıza. Bazı anların bazı enstantanelerin insan yüzlerinde bıraktığı izleri değerli bulduğunuzda, hafızanızın kutsal emanetler bölümüne nakşetmeye, böylelikle hiç unutmamaya bakın. Yüzsüz bir adamla bile karşılaşsanız onun yüzsüzlüğünü sakladığı sahte yüzünün aldığı şekle bakın ve saklayın. Çünkü malum ya, insan. Çünkü malum ya: "İnsan, dehşetli bir saklayıcıdır. Bir birikimdir insan."