Yağmur ağlarken
Ah canım İstanbul! Bir yağmurda yerle bir olan şehir. Yağmur yağarken, camlardan Arap kızları gibi bakan yetkililerin şehri. İnsanlar telefon açıyor o yetkililere. Verilen cevaba bakın: "Biz seyrediyoruz, siz de seyredin!" Mazeretine şemsiye tutuyor üstelik. "Bu doğal afet!" Böyle adamların yetkili olmasından daha büyük afet olabilir mi?
***
Esenler'i, Bağcılar'ı ve benzer semtlerin halini sormayın bile. Ama İstanbul'un en güzide semtlerinden biri olan Ataköy'ü lağım suları götürdü. İstanbul'u elden ayaktan düşüren, namı yürüyen şirketlerin ölümcül hataları bile "doğal hata..." Kurutulan derenin önüne yığılan topraklara yağmur başladığında müdahale edilse ve set kırılsa, mesele halledilecek. İnsanlar ve evler ziyan olmayacak. Her yana telefon açıyor vatandaşlar. İtfaiyeye "Su birinci kata ulaştı, ne yapacağız?" diye soruyorlar. Verilen cevaba bakın: "Kapıların önüne kum torbası koyun." Kadının biri dayanamıyor, bu sorumsuz cevaba. "Bizde kum torbası yok, ceset torbası koyalım mı?"
***
Yıllar önce Kuşadası'nda küçük bir restoranın duvarlarına şöyle yazılmıştı: "Makyajınla pırıl pırıl ve güzelsin diye, sakın bana hava atma... Yollar da pırıl pırıldır ama altından kanalizasyon geçer!" İstanbul'un gerçek yüzü de böyle işte... Yolların üzerini kapatıp, yeni yol inşa ederek "muazzam yöneticiliğin" gurur anıtını dikenler için, yolların altının bir anlamı yok. Her yağmurda boyası biraz daha akıyor bu şehrin...
***
Bir şehrin sürekli şikayet edilen bir yönetimi varsa... O yönetimde oluşmuş bütün hataların ve günahların karşılığı, toplumda mevcuttur. O yüzden kendi düşen ağlamaz. Gökyüzü onların yerine ağlıyor çünkü!