Moldova okulu Bir gerçek var ki, adam gibi kalecisi olan takımlar bizi ele veriyor. Parmak çocukları andıran Moldova takımı da, futbol dersi veriyor, gerçekleri reddedenlere.
***
İnsanın içine işleyen bir ayaz vardı. Buna karşılık İstiklalMarşı'mız okunurken, sadece tribünleri değil, ülkemizi bile ısıtan bir asker selamı vardı futbolcularımızın. Ama maçın başında yediğimiz golle yine ayaza düştük. Oysa 3. dakikada GökhanÜnal'ın hemen ardından da MehmetTopuz'un vuruşlarında öne geçmesi gereken bizdik.
***
Yediğimiz gol klasik bir Türk işiydi. İki stoper ve kalecimiz berbat seyirciyken, bu ikramı seyretmeyen Frunza canımızı sıktı. Golden sonra Emre ve Arda'nın ürkek kuşlar gibi dolandığı sahada, Moldova'nın orta alanındaki hamarat arıları izledik. Hayret edilecek biçimde bir güç dengesizliği vardı iki takım arasında. Moldova bir futbol okuluydu sanki, dersimizi gösteren. GökhanÜnal kapalı defansın kilidi değildi, Tuncay da etkisiz oynuyordu bu dakikalarda. Selçukİnan pişmeden düşmüş olmanın bedelini ödetiyordu sanki. Bu maçın bir ıstırap virajı olacağı belliyken, yakaladığımız pozisyonlarda bu kadar dikkatsiz olmamız, gereğinden fazla cömertlik miydi, yoksa klasik beceriksizliğimiz mi? Gözlerim Gökdeniz'i ararken sahada olmaması gereken en az 3 kişi sayabilirdim. Başta Arda olmak üzere.
***
İlk yarısı tüketilmiş maçın ikinci yarısına ikili forvetle başlamak, takımımıza hareket getirdi. Emre her topa ayak koyan dişli adam kimliğine büründü. Moldova'nın hamlelerini "intihar hamlesi" olarak nitelediğim dakikalarda da ÜmitKaran'ın harika golü geldi. Bu gole ceketimi ilikledim. Futbol adına bütün estetik tarifler bu golde mevcuttu.
***
Golden sonra dengenin lehimize işleyeceğini düşündüm. Ama bu takımın bir şeyleri eksikti galiba. Şimdi bu berbat düşten Çarşamba gecesi uyanmak istiyorum. Biriken acının zehrini Yunanistan maçında boşaltmak ümidiyle. Ümit kaldıysa eğer...