YÖK'ten önce, YÖK'ten sonra
YÖK'ten sonra Prof.Dr. İhsan Doğramacı ile özel bir söyleşi... Ömrünün 92 yılını geride bırakmış olmasına rağmen, akademik camiaya yeni adım atmış idealist bir eğitim sevdalısının heyecanıyla konuşuyor. İç muhasebe yapıyor aslında: "Ülkem için ne yaptım?" Milat olarak, 1981 yılında kuruluşunu sağladığı YÖK'ü esas alıyor.
***
YÖK'ten öncesiyle başlıyor anlatmaya: * 1933/1946 döneminde "altın çağ" yaşandı. * 1946/1981 döneminde, üniversite yönetiminde 1933 öncesine benzer bir gerileme başladı. Araştırmalar bazında Türkiye dünyada 41. sıraya düşerken, yükseköğretim çağındaki gençlerin ancak yüzde 6.3'ü bu olanağa kavuşabildi. Türkiye; Yunanistan, Bulgaristan, Suriye gibi komşu ülkelerin bile gerisinde kaldı.
***
Ve YÖK'ten sonrası: * 1981 reformundan sonra üniversitelerdeki araştırmalar hızla artmaya başladı ve Türkiye dünya liginde 41. sıradan 18. sıraya yükseldi. * Türk bilimadamlarının uluslararası atıf endekslerince taranan bilimsel dergilerde yayımlanan makale sayısı 1981 yılında 386 iken, 2005 sonunda 16 bin 266'ya çıktı. * Yükseköğretim okullaşma oranı, yüzde 6.3'ten yüzde 34.5'e yükseldi. Batı Avrupa ülkelerinin düzeyi yakalandı. * Açıköğretim dahil yüksek öğrenim yapan öğrenci sayısı, 237 binden 2 milyon 342 bine çıktı. * 1981 yılında 20 bin 917 olan öğretim elemanı sayısı, 84 bin 785'e yükseldi. * Üniversite sayısı 27'den 115'e çıktı.
***
Üniversitelerin çoğalmasında, nüfus artışından kaynaklanan zorlamanın yanı sıra, vakıflara izin verilmesi önemli bir etken oldu. Bu iznin mimarı da Prof. Dr. İhsan Doğramacı'ydı. Türkiye'de genellikle insanlar öldükten sonra arkasından iyi şeyler yazılır, söylenir. Doğrusu, onlar yaşıyorken alkışlamak değil mi?