Yangın olur biz yangına gideriz
Kendime söz verdim. "Bu gece 'habersiz' bir gece geçireceğim. Sadece eşi dostu görebilecek yerlere gidip, iş dışı sohbetler koyultup kafa dinlendireceğim" dedim, Sözümü rahat tutabilmek için de ne kameraman ne kamera ne battal boy fotoğraf makinesi almadım yanıma. Sadece altı otuz beş tabir ettiğimiz minik dijital aptal kutusu makineyi yerleştirdim gömlek cebime.
DÜRTMEZ OLUR MU? Bende niyet böyle ama kader ağlarını farklı örüyor. Beşiktaş sapağında rastlaştığım genç muhabirler çalıştıkları haber ajansının aracıyla keskin bir viraj alıp, gazlama çekiyor göz ucumda. Şeytan dürtmez mi peki? Dürter elbet. Ve şu fakiri pür taksir kardeşiniz, o ajans aracının peşine takılır ne olup bittiğini bile bilmeden. 12 dakika sonra geldiğimiz yer, Sahilyolu tarikiyle Cankurtaran içleri. Muhabirler, Erol Taş'ın kahvesinin önünde durup bağırarak soruyorlar taksi şoförlerine: "Yangın nerede? İtfaiye buradan geçti mi?" Hımmm, demek ki bir yangındır izlenen haber. Verilen adres bilgisi doğrultusunda Saray Yokuşu'nu tırmanış, sonra ara sokaklarda slalom ve nihayet görüş alanına giren itfaiye araçları.
NE MACERA AMA... Telaşlı insan kalabalıklarının az ötesine park ediyorum aracımı. Sonra jeton düşüyor ki yanımda ne kameram var ne de doğru dürüst fotoğraf makinem. Kaldık mı yerden yere vurduğumuz o salak, minik şeye? "2-3 kareyle işi kurtarırım nasılsa, altı üstü yangın işte" diyor, teselli yaratıyorum kendim kendime güya. Az sonra göreceklerimi az öteye yazıyorum. Meğer iş ufak tefek değil, trajikomik bir film senaryosunu kıskandıracak kelli büyük ve enteresan bir maceraymış.