28 Şubat sürüyor Reha Muhtar ve Mehmet Ali Ilıcak ile birlikte Fox televizyonunda düzenlediğimiz Çapraz Ateş programına, Refahyol döneminin İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu katıldı. Orakoğlu'nun, "Ankara'da Gölge Oyunları" isimli kitabı, Timaş tarafından yayınlandı. Programda biraz bu kitaptan söz ettik. Kitap, Türkiye'deki askermüdahale geleneğini irdeliyor. Orakoğlu, 28 Şubat'ın hâlâ sürdüğünü düşünüyor ve özellikle askermüdahalelerde "genç subayların" rolü üzerinde duruyor; genç subaylar harekete geçince, ister istemez komutanlar da bir şeyler yapmak zorunda kalıyor. 28 Şubat'ın sürdüğü iddiası, 27 Nisan 2007 Genelkurmay bildirisiyle haklı çıkmış oldu. Keşke Tayyip Erdoğan bunu hissedebilseydi. O zaman cumhurbaşkanlığı seçiminde çok farklı davranırdı. Ben de, 4.5 yıllık AK Parti iktidarıyla birlikte, artık böyle bir müdahalenin olamayacağını, 28 Şubat'ın diğerleri gibi tarihe gömüldüğünü düşünmüştüm; yanılmışım. 28 Şubat, "askervesayet rejiminin" adıdır. Ülke bütünlüğü ve laiklik gibi gerekçeleri öne sürerek, ordu, "bekçilik" görevini sürdürür. Ünlü siyaset bilimci Maurice Duverger, askerin arka planda kalıp, siyaseti yönlendirdiği rejime "prononciemento" adını takmıştır. "Görüş beyan etme" anlamını ihtiva eden bir kelime, prononciemento. Reha Muhtar, "Bu kadar seçim oldu, iktidar değişti; nasıl 28 Şubat hâlâ sürüyor?" diye Orakoğlu'na şaşkınlığını belli etti. Oysa hayret edecek bir durum yok. Çünkü, her ne kadar asker, müdahaleden sonra sözüm ona kışlasına çekiliyorsa da, bunun dalgaları uzun müddet kaybolmuyor. 27 Mayıs'ı hatırlayalım: Siyasi yasaklı Demokrat Partililer'e, askerin direnişi yüzünden 10 yıl af çıkarmak mümkün olamamıştı. Sonunda çıkarılan affı, Anayasa Mahkemesi'ne giden Türkiye İşçi Partisi 1971'de iptâl ettirdi. 12 Mart da, 12 Eylül de, siyasette kalıcı yaralar açtı; partiler kolay kolay toparlanamadı; çok parçalı bir siyasi tablo ortaya çıktı. "Türkiye'de rejim tehlikede" denilince, aklıma, öncelikli olarak, askerin müdahalesi geliyor. Çünkü 80 yıldır, ne laik cumhuriyet elden gitti, ne de toprağımız bölündü. Ama, demokrasi sürekli inkıtaya uğradı. İstikrarsızlık, darbelere zemin hazırladı. Bu yüzden ortaya çıkan çeteleri önemsiyorum. Onlar, psikolojik savaşın dayanak noktaları. 2-3 gün önce yakalanan Oktay Yıldırım'ın sahip olduğu bombalar, 2006'da Cumhuriyet gazetesine atılanlarla aynı seri numarasını taşıyormuş. Cumhuriyet'i bombalayan Alparslan Aslan, Danıştay'a da saldırdı. Cumhuriyet'e ve Danıştay'a saldıran Alparslan Aslan'ı Muzaffer Tekin'in azmettirdiği ileri sürülmüştü. Oktay Yıldırım'ın Muzaffer Tekin ile iyi tanıştığı çeşitli fotoğraflarla belgelendi. Hepsinin de Veli Küçük ile irtibatı var. Mc Donalds's'ta patlayan bomba, Rahip Santoro cinayeti, Hrant Dink'e düzenlenen suikast, vs... Bütün bu eylemler Türkiye'yi derinden sarsmadı mı? Bazı olaylarda hükûmet doğrudan suçlanmadı mı? Hayatını kaybeden Danıştay üyesi Mustafa Yücel Özbilgin'in cenazesini hatırlayalım. Hükûmete ne büyük tepki ve öfke vardı. Tayyip Erdoğan, Danıştay'ın başörtüsü kararını eleştirdiği için, neredeyse tetikçilikle suçlandı. Ama asıl tetikçiler bu çetelerin arkasında gizleniyor. Ulusalcılar, Kuvayı Milliyeciler, Kızılelmacılar... Ellerinde bombalar, TNT kalıpları, C4, A4 patlayıcılar... Yeni bir Kurtuluş Savaşı'na soyunmuşlar. Millet kendi kaderine sahip çıkabilir beyler, siz yerli yerinizde oturun lütfen!!!