İki Kırık Kalp
Uzun zamandır bu kadar sıcak, samimi, bir o kadar 'biz'den olan ve buram buram 'Yeşilçam' kokan bir Türk filmi izlememiştim. Uğur Yücel'in yazıp yönettiği ve başrolünü Türkan Şoray ile paylaştığı 'Hayatımın Kadınısın', 'Ah nerede o eski günler' dedirtecek türden sıkı bir melodram.
Yeşilçam nostaljisi Asuman Karaca eskiden ünlü bir assolisttir. Sanat hayatını bırakınca evlenip kocasıyla birlikte Balat'ta iki katlı bir evde yaşamaya başlar. Bir süre sonra kocasının alkol, kumar ve kadın sorunları ile uğraşmaya başlar. İlk eşinden olan kızı Ahu daha on dört yaşında evi terk edince kendisini fuhuş batağının içinde bulmuştur. Tophaneli Tayfur'un kiracı olarak evlerine gelmesiyle birlikte Asuman'ın hayatı değişmeye başlar. Eski evler, yorgun semtler, kendileri küçük kalpleri büyük olanlar, hayatın kıyısında bulunanlar, kaybolup gitmiş olan gazinolar, Haliç, balık ekmek ve sadece müzik olarak değil bir yaşam tarzı olarak arabesk... Meğer Uğur Yücel ne çok şey biriktirmiş dünden bugüne. Ve bunların hepsini kare kare nasıl güzel işlemiş bu filminde. 'Hayatımın Kadınısın'ı bu kadar duyarlı, bu kadar içten yapan da Yücel'in bu dünyası. Kendi küçük dünyalarında yaşayıp giden iki garip insan. İkisini buluşturan nokta: Kırık kalpleri, yalnızlıkları. Birbirlerini bulduktan sonra, onların hayata tutunma çabaları. Bu karakterleri bir yerlerden tanıyor gibiyiz. Ama sanki onlar eskiden tanıdığımız gibi değil. Evet! Değil. Düne kadar sinemamızda en baba tiplerden olan şarkıcı kadın ve onun aşkıyla yanıp tutuşan kabadayı figürleri, 'Hayatımın Kadınısın' da birer klişe olmaktan çıkıp yaşayan insan haline gelmişler. Yücel eski tip melodramlara, 'Yeşilçam'a adeta saygı duruşunda bulunmuş. Yazı-Tura ile sinemaya yeni bir soluk getiren Uğur Yücel'in her iki filmde de hem kaleminin hem de yönetmenlik anlayışının farkını görmemek mümkün değil. Yazı-Tura'da hem biçim hem içerik açısından yepyeni bir söylemle karşımıza çıkarken, şimdi daha bireysel, daha mütevazı ama bir o kadar da etkili bir çalışma ile bizi baş başa bırakıyor. Filmde her şey çok ucuzlaşabilecekken, o yönetmen olarak bunların hiçbirine itibar etmiyor. Yeşilçam usulü 'Melodram'ı adeta yeniden yorumluyor.. Elbette bu bir Uğur Yücel filmi. Ama aynı zamanda bir Türkan Şoray, bir Jürgen Jürgens, bir Erol Avcı filmi. Türkan Şoray olmasaydı, bu film olmazdı. Sultan oynamıyor, yaşıyor, yaşatıyor. Yücel'in 'Tophaneli' yorumu muhteşem, Yıldırım Memişoğlu ve Ezgi Mola'nın oyunculukları mükemmel. Görüntü yönetmeni Jürgen Jürgens ustalığını bir kez daha konuşturuyor. Ya o müzikler... Mutlaka CD'si yapılmalı. Yapımcı Erol Avcı'ya önce 'Anlat İstanbul'a sonra da 'Hayatımın Kadınısın'a inandığı için teşekkür ve inandığını gerçekleştirdiği için de tebrik ediyorum. 'Hayatımın Kadınısın'ı izlerken hep Lütfi Akad Usta'nın 'Vesikalı Yarim' filmini hatırladım. Ne tesadüf hem 'Sabiha'yı hem de 'Asuman'ı Türkan Şoray oynuyordu.