Ecevit'in ardından BülentEcevit'in ölümü üzerine, beklenen yine oldu. Siyasetçilerin hem çok uzun siyaset yaptığı hem de aynı siyasetçilerin, baba gibi, amca gibi, yakın bir aile bireyi gibi algılandığı toplumlarda hiç de şaşırtıcı olmayan bir gerçeklik olarak, Ecevit de hayatımızın içinde, ruhunda ve bilinçlerimizde yarım yüzyıl geçirmişti. Küüt diye öldü ve göçtü gitti. Ölümünü ne kadar bekliyor olursan ol, mutlaka sarsılırsın derin bir boşluk duygusuyla... Çünkü o kişi artık yoktur, gitmiştir. Son gerçeklik, artık yok olduğu gerçekliğidir.
***
Ölen ünlülerin arkasından, en çıplak gerçekleri yazma çizgisini inatla korumuş, ölü seviciliği reddetmiş olan meslektaşlarımı tenzih ediyorum. Ama kimi New York parfümlü züppeler de, Ecevit'in ardından ipe sapa gelmez eleştiriler sıralamayı, tarih yazmak, gerçekleri konuşmak falan diye yutturmayı boşuna deniyorlar. Bir kere tarih yazmıyorsunuz, altı üstü bir günlük gazetede kafanıza göre sohbetler yapıyorsunuz, hepsi bu... İkincisi artık konuşamayacak durumda olan bir insan için, hem de naaşı soğumadan eleştiri döktürmek, tarihseli, kültüreli ve siyaseti boşverin, psikolojik olarak sağlıklı bir tutum değil.
***
Ecevit hayatını yitirdi diye elbette eleştirilmezlikboyutuna geçmedi. Ama zamanlama diye de bir şey var. Absürdlük yapayım derken, hırtlık noktasına gitmemek lazım. Siz hiç bir cenazede, o kişi hıyarın tekiydi, diye bağıran birini duydunuz mu? Ya da imam, nasıl bilirdiniz diye sorduğunda, arkadaş çok salaktı diyen manyak gördünüz mü? Politik eleştiri yapıyorum diyemezsiniz. Onun da bir zamanı var. Batı kültüründe de bu böyle, Doğu kültüründe de... İnsan, öleninardındanüzülür biraz!