Bodrum'dan İstanbul'a geldim. Hava sıcak mı sıcak... Penceremi açtım. Hayret... Hiç gürültü duyulmuyor. İlk baştan beri, İstanbul'un gece alemine dokunulmaması gerektiğine inananlardanım. Bırakın İstanbul yaşasın! Çünkü çok özel bir şehir. Boğaz'ın iki yakasındaki o renkli ve gürültülü dünyayı soldurmayalım. Evet böyle düşünüyordum. Ama gene de sessizliği sevdim. Dün Mehmet Yılmaz'ı okuyunca (Hürriyet 1 Eylül 2006), yetkililerin "Vurdeyinceöldürdüklerini" fark edip üzüldüm. Pazar gecesi Formula 1 yarışına katılanlar eğlenmek için Reina'ya gitmişler. O gece, Reina, polis tarafından basılmış. Lokantanın açık bölümü kapatılmış ve müşteriler kapalı bölüme davet edilmiş. Oysa, yasak sonrası yapılan ölçümlerde, Reina'nın kurallara uyduğu belirlenmişti. Üstelik sesi kesmek için sahile gece yarısından sonra bir perde geriliyordu. Buna rağmen, o gece gürültü var mıydı? Çünkü Türkiye'de "yasaktavsadı" diye kuralı unutmak adettendir. Yoksa, Reina'ya polis baskını ile müşteri tacizi, farklı hayat tarzını benimseyenlerin canına okumak için miydi? Malûm, bir ara Beyoğlu'nda da, Nevizade'deki meyhanelerin kaldırıma masa koyması engellenmek istenmişti; tabii ki bu konuda başarı sağlanamamış, sadece o tarihte lüzumsuz bir tartışma çıkmıştı. Mehmet Yılmaz, "Gürültüyekarşıkampanyanınasılamacı,butüreğlenceyiBoğaz'dayasaklamak" diye yazıyor. Acaba mı? Eğer böyle bir niyet varsa, Çengelköy ve Beylerbeyi'ndeki sivil toplum örgütleri yeni bir kampanyaya başlasın: "Boğaziçi'migeriver!"