Günler kuşlara benziyorsa
Pazarlar serçedir. Telaşlı, ürkek, sekerek devinir saatler.
Hele de
İstanbul'daysan, hele de yağmur yağıyorsa off. Bir roman kahramanı sanman için kendini, hayallerin çoktan hazırdır.
Diyelim öğlen karanlığıdır zamanlardan.
Ucuz şemsiyeler, sokak façalarında çiçek bozuğu gibi yayılıdır.
Kulplarında er eli, hanım eli, çocuk eli.
Gökyüzü yaş döktükçe, akar kentin rimeli.
İçini uzun soluklarla doldurursun.
Ciğerlerine havanın suç ortağı kirleri de sızar kahpe Bizans'ın.
KAN POSALARI Şişhaneye yağmur yağarken piyadeysen mesela, ayaklarının arasından sürüklenir dün gecenin çöpleri.
Bir orospunun törpü tozu yalan sevişmeleri tıkanır rögar kapaklarına.
Bitirim
Tophane delikanlısının hançer yemiş sırtından düşen
kan posaları birikir.
Gece şoförlerinin
Müslüm dinlemiş kulak paslarıyla dolar asfalt. Lise dengi, kafa dengi gençlerin denkleşmiş harçlık biraları, sulu, katışık, köpüksüz seyran eder.
Ellerini koyacak cepler reddeder sıcak vermeyi. Kuşkulu sezişlerle yürürsün ara yolları. Tekinsizlikten korka öle geçersin
Darbahçe Sokağı'nı.
O SENİN Şu kadın. Hani şu
Bankalar Caddesi- Okçu Musa Apartmanı- Kat 2 penceresinde.
Hani kurumuş sardunya saksılarının ardında, solgun küt saçlarıyla gölgelenen.
İlk sevdiğine benzetirsin onu. Kel alaka halbuki.
Bu sarışın, o esmer.
Bu kimin?
O, senin.
Tünel'e varınca koparsın gergin tellerinden.
Boşalan yaydan fırlamış oklar gibi düşler saplanır niyetlerine.
Kalabalık içinden usta manevralar yapar aklın, gider gitar satan o dükkana teyellenir.
Başını kaldırıp göklere sığınırsın.
Eskimiş
Fransız binalarına takılır ümitlerin.
Düdük çalar, tramvay kalkar, silkinir hımbıl düşüncen.
Uyanırsın.
SAVCI Sahi ne manası var bugünün?
40 yıl önce mesela ne olmuştu?
"
Bugünü bilmem" der içindeki sen.
"Ama yarın. Yarın fena, çok fena." Düşsel bir savcı sorgular:
- Ne vardı 40 yıl önce dün? - Dün değil sayın savcım. Bugünün 40 yıl öncesineydi çektiğim of.
Sonra atlarına binmiş rüzgar adamlar gibi geçer gözünün önünden.
Hiçbir yerden gelmeyen sesi duyarsın kafatasında.
Yankılanır "
Yankee go home" haykırışları.
"
Altıncı Filo sayın savcım. Gelmişti. İstememişlerdi. Gitsin, terk etsin istemişlerdi.
'Defol' diyorlardı sularımızdan. 'Toprağımızdan, havamızdan, hayatımızdan
defol' diyorlardı.
Böyle diyenler yürüdü, böyle diyenlerden, yürüyenlerden 2'si öldürüldü."
DEMEK Kİ Daha o zamandan demek ki,
Kanlı Pazar'ın çirkin portreleri düştü eyvahlı galerimize.
Boş çerçeveli resimler gibi asılı kaldık hayata.
Ebed ve edep ötesi bir sızıdır 40 yıldır. Muamması çözülmemiş, ifşası ertelenmiş ayıbımızdır.
Ahhh ah!..
Günler kuşlara benzeseydi eğer,
Pazarları serçe kuşu sayardım. Hele de yağmurda, hele de
İstanbul'da hele de
Şişhane yokuşunda ve meydanlarda.
Ve bir mısra şiirin ağa babasından kulak ucunda:
"Serçe gibisin kardeşim. Serçenin telaşı içindesin Yürürsün yağmurda kurak kurak.
Öfken köpürür.
Yağmurdan
öfken bile ıslanır."