Umurunda mı Gazze?
Ahali ya memnun olduğundan ya felaket boyutunu kavramadığından ya da artık dilimin varmadığı başka durumlardan olmalı, gayetle keyifli, kıpırdak, cıvıldak.
İşte böyleydi "Dün"ler. Ama ne olursa olsun akan, devinen bir hayat vardı dün. Oysa bugün yaşamın ana damarı kesilmiş de kanı oluk oluk sızıp tükenmiş gibisinden her şeyFevkaladelik daha İstanbul'dan Atatürk Havalimanı'nın içinden başlıyor. Dev gibi terminalin en dibine yollanıyor İsrail yolcuları. Bir nevi tecrit mi, "Bir olay patlak verirse göbekte değil kenarda olsun bari" kaygısı mı kim bilir? Oraya kadar yürümekten bile helakım. Son kontrolde sorgu sual, sorgu sual, sorgu sual: "Birinden bir şey aldın mı, çantanı sen mi topladın, hiç yanından ayırdın mı, biri bir şey verdi mi, niye gidiyorsun, ne yapacaksın, kaç gün kalacaksın, kimi tanırsın, nerede yatacaksın?" ve benzerleri, benzerleri
EZİK VE UTANGAÇ 1 saat 45 dakika sürüyor yolculuk. Tel Aviv'e indikten sonra bizdekine eşit uzunlukta (uzaklıkta) bir yolculuk parkuru da burada yürünüyor. Her şeyden uyuz kapmaya o kadar yatkınlar ki free shoplara bile hurra yaptırmıyor, kuyrukla, sırayla, az sayıyla alıyorlar. Yarım saat içinde bavulumu aldım çıktım şükür. Kapının karşısında araba kiralama şirketlerinden birine kapak atıp, küçümen bir otomobili büyücek bir paraya kapattım. Bu olmazsa nasıl giderim ki bir oraya bir buraya, bir Batyam'a, bir Hayfa'ya, bir Natanya, Yafa, Gaza ve Ramallah'a?
HER YERDELER Şimdi haftalardır süren ağır bombardımanın dünya kamuoyu önünde eziklenmiş müsebbibi bir utangaç halk göreceğim zannındayım. Ne gezer, o benim hüsnü kuruntummuş. Ahali ya memnun olduğundan ya felaket boyutunu kavramadığından ya da artık dilimin varmadığı başka durumlarından olmalı gayetle keyifli, kıpırdak, cıvıldak. Caddeler boyunca kafeler, barlar, alış veriş merkezleri, dükkanlar, sokaklar, köşe başları, ağaç altları, parklar, bahçeler insan kaynıyor. Dahası her bir insanın da sanki kanı kaynıyor, mutlu mesut devinmekte, gezinmekte hepsi.
KUMSAL KUMSAL UZAYAN Akdeniz kıyısı boyunca epey yol alıyorum. Kumsal kumsal uzayan kıyıda şu mevsim de bile kalabalıklar gırla. Bir ara sörf yapan kalabalığı görüp dayanamıyorum. Sağda müsait bir yere çekip iniyorum arabadan. Hepsi siyah sörfçü giysileri içinde kızlı erkekli bir grup genç. Delişmen dalgaların kucağında bir o yana bir bu yana sörf çalışıyorlar. Kahkahaları dalgalardan daha heybetle patlıyor. Kıyıda emir ve talimatlar yağdıranlara bakınca "muhtemelen deniz komondo adayları" diye geçiriyorum aklımdan. Soracak kadar salak değilim, başıma niye bela sarayım ilk dakikadan.
TÜRKİYE GİBİ Yeniden yola koyulduğumda hedefim belli. Batyam'a gideceğim önce. Orada Türkiye'den İsrail'e göçmüş Türk vatandaşı Musevi yurttaşların mahallesi var. Kapısında Türk bayrağı asılı evleri bir yana Vefa Bozacısı, Urfa Kebapçısı, Yıldız Dönercisi, Kayseri Mantıcısı, Meraklı Turşucu, Şen Berber bile var. Üstelik zaman zaman İbo'dan Emel Sayın'a, Mahsun'dan Asena'ya cümle sanatkarın gelip sahne aldığı yığınla "Türk Gazinosu" var.
"ŞALOMALEYKUM" Lafıma tüküreyim. Var değil "vardı" demem lazımmış. Onlar dünmüş çünkü. Bugün yerinde yeller esiyor çoğunun. Hala ayakta kalanların da isimleri yeni sahiplerinden mülhem ya Fas, Mısır ya da Çin, Japon adlarından ibaret. Bereket yaşlı amcaların uğrak yeri Perili Kahve hala duruyor da orada eski İstanbul muhabbeti, Fener, Beşiktaş geyiklemesi yapıyoruz bey amcalarla. Selamlamaları bile son moda deyimle "Hibrit". Yeni gelen biri oldu mu laf hazır: "Şalomaleyküm."
|