Gözümün takıldığı her şeyi tepe tırnak fotoğraflayarak giderim.
Diyarbakır'a sabah saat 09:00'da inince kameraman arkadaş ahkam kesti; "Taş çatlasa saat birde Tunceli'deyiz abi. Bu bölgeyi milim milim bilirim. Şimdi vurduk mu yola önce Elazığ, arkasından Pertek derken Dersim'e varırız 3.5-4 saatte." Bilmediği; aslında bilip de unuttuğu şey benim yol üstü hallerim. Gözümün takıldığı her şeyi tepe tırnak fotoğraflar, aklıma gelen her konuyu kotara becere giderim ben yolu. Aynen de öyle oldu işte. Önce Ergani yakınında, yolun azıcık sağ içinde tarihi bir köprü ve çeşme gördüm. Etrafına doluşmuş çor çocuğu çekip görüntülerken kafadan 1 saat orada geçti gitti bile.
DAĞ DUMAN DA MADEN NEREDE? Az daha gidince Maden Kasabası. Hani şu İzzet Altınmeşe'nin menşur türküsü Maden Dağı dumandır denen bölge yani. Oradan fabrikayı söktüler, kel kel bıraktılar ya, o müthiş yalnızlığın, hasretin izleri tepelerde mahzun bir mimik gibi yerleşmiş duruyor. Gel de çekme, fotoğraflama bu vaziyeti. Bir de boşalmış, tenhalaşmış ki kasaba sormayın. İş olmayınca, maden sökülüp atılınca kim kalıp kim yaşasın ki orada?
NE YAPSAK ACEP?.. Azıcık daha gidince Elazığ'a girdik. Girmemizle çıkmamız bir oldu. Önce Tunceli bitecek sonta Elazığ'a döneceğiz, plan bu. Zaten baraj gölünün kıyısına geldik. Bineceğiz feribota 10 dakikada Pertek'e varacağız. Kıyıda üç dört derme çatma çayhane. Bazıları eski püskü karavanlardan, bazıları da tahta çakıp düzerek kurulan barakalardan ibaret. Bekleşirken çaydı kahveydi gazozdu içen olursa ekmek parası çıkarsınlar diye konuşlanmış oraya. Şöyle bir ağız yokladım da belediyenin kendi feribotunu da araya sokup çalıştırması, tekne bozulunca tam orada kalafata, bakıma alınıp etrafı zifte pise bulamasına gıcık kapmışlar fena halde...
AH O HALLER Sonra biniş, gidiş ve iniş. Pertek'e girene kadar 3-5 arama yapardı eskiden güvenlik güçleri. O zamanlar OHAL vardı ve o haller fenaydı. Şimdi tek bir yerde, Pertek girişinde usulü münasibince kimlik kontrolü, huylandıklarına da ince arama uygulaması var. Ambargo zamanlarını da hatırlıyorum da bugüne şükredenlere ben de katılıyorum. Jandarma Başçavuşu buyur ediyor kameriyesine. Bir çay içimi laflıyoruz. Diyor ki; "Vatandaşa potansiyel suçlu gibi bakamazsın. Eskiden bu çok yapılmış ve çok yaralamış insanları. Şimdi komutanlarımızın en çok üstünde durdukları konu bu, rahat, sıcak, dost davranın. Devletin sertliğini değil şefkatini gösterin." Bu çok yol alındı demek. Umarım aynen de böyledir.
KEÇİ RAKSI Şimdi sıra Munzur'lara tırmanmaya ve Tunceli'yi kerteriz almaya geldi. 56 kilometrecik yolumuz var. Saate bakıyorum 7 saat geçmiş Diyarbakır'a ineli. Gülerek soruyorum kameraman İlhan'a; "Ne zaman varacaz demiştin kardeş?" o da gülüyor ve; "Abi son 56 km'yi de 4 saatte alırız senin bu hızınla!.." diye yanıtlıyor. Doğru söylüyor aslında. Daha yol üstünde çekilecek neler var neler. Mesela göl basınca sualtı olmasın diye taşları tek tek işaretlenip sökülen, 10 km uzağa aynen tekrar dikilen camileri, minareleri çekmez miyim? Dağ keçilerinin sürü sürü yamaçlarda sekmesini, dans edişlerini görüntülemez miyim? Çemişgezek, Hozat, Mazgirt, Nazimiye, Ovacık, Pertek, Pülümür. İşte Tunceli'nin ilçeleri. Her birinde müthiş potansiyel, enerji,
BUZ GİBİ Ben bu Munzur gibi delişmen akan bir de Çoruh'u bilirim. Saatte hızı 60 kilometreye ulaşıyormuş abooo!.. Zaten kırmızı benekli Alabalık bir tek böyle bir suda yetiştiği için bu yörenin malı olmuş. Debi yüksek olacak, bir de beter soğuk olacak su... Alabalık böylesi zor koşullarda üreyip yaşarken bir de akıntıya karşı yüzermiş, işe bak... "Ovacık'ta 3 dakika duramayacağın elini ayağını sokamayacağın kadar artar soğukluğu suyun" diyorlar.