"Sana son bir şey söyleyeceğim, sonra da gideceğim... Karın üzerinde donuyorsun, uyku tatlı geliyor ama farkında değilsin, ölüyorsun..." dedi Ada... 'Issız Adam'ı izledim. Uzun süreli sinema orucumu bu filmle bozmak yıllardır yaptığım en iyi şeydi herhalde. Film beni çiviledi olduğum yere... Kalbim sıkıştı, yaşadığım binlerce şey gözümün önünden geçti.
Bazı şeyleri hiç yaşamadığım için şükrettim.
23 yaşında karşıma çıkan ve hayatımı değiştiren adama minnet duydum. Günümüz ilişkilerinin yozlaşmış halini hiçbir film daha iyi anlatamaz, inanın. Her şeyin bomboş olduğu, duyguların yerini anlık zevklere bıraktığı, inceliklerin yitirildiği, 'güven' kavramının yerin binlerce kat altına gömüldüğü 2000'li yılların aşkına öyle bir mercek tutmuş ki Çağan Irmak, onu ayakta alkışlamamak mümkün değil.
Annelerimizin dediği gibi 'iyi kadın' olmayı başaran Ada'nın çektiği acı, içimi yaktı geçti...
O anlamsız ayrılıklar, bir türlü sevmeyi başaramayan adamlar, çevremdeki onlarca kadının gözünden süzülen sessiz yaşlar. Hepsi, hepsi vardı filmde... Hıncal Uluç'u dinledim sonra 'Yaşamdan Dakikalar'da... 'Film beni sarmadı' dedi Uluç. Zaten Uluç'un kuşağındakileri sarması imkansız bir film. Hiç şaşırmadım, çünkü filmden çıktığımızda aynı şeyi konuştuk arkadaşımla; "Annem izlese 'Ne saçma film, böyle erkek olur mu' der". Evet, hâlâ asansör sırasında yaşına ve mevkisine bakmadan biz hanımlara yol veren Hıncal Uluç'u saramaz bu film. Ancak ne yazık ki bunlar günümüz kadın-erkek ilişkilerinin gerçekleri, ey 2000'lerde 40'larına gelmiş ahali...
Hiçbir zaman yazının girişindeki cümleleri duymamanız ve hiçbir zaman bir 'Issız Adam'a rastlamamanız dileğiyle...