Dolmabahçe Sarayı'nın büyülü atmosferinde 'Mustafa' filmini izlediğimde belgeselin bu denli olumsuz tartışmalara yol açacağını tahmin etmiyordum. O gün film bitip de ışıklar yandığında salonda alkış vardı; gözyaşı vardı. Filmin konusu dahi konuşulmadan ertesi gün hemen sponsorluk tartışmaları alevlendi. Turkcell sponsor olmaktan vazgeçmiş de, Sabancı Holding olmuş. Herkes herşeye sponsor olmak zorunda değil ki. Turkcell gibi büyük şirketlere günde kaç tane teklif gidiyordur, kim bilir? Hepsi Atatürk hakkında olsa hepsine para vermek zorunda mı? Sponsor olacak firma, içeriğe bakar, programı veya filmi izler, ona göre karar verir. 'Mustafa' filminin bu açıdan alevlenmesine anlam veremedim. Öte yandan içerik gayet tabii eleştirilebilir. Anlaşıldı ki, kimse Atatürk'ü insan olarak seyretmek istemiyor. Romantik belgeselci, aşka ve hayata dair köşe yazıları internette dolaşan başarılı insan Can Dündar; Ulu Önder Atatürk'ün 'insani boyutunu' göstermemeliymiş demek ki. Ruhun derinliklerine öyle inilmeyecekmiş, zaaflar belirtilmeyecekmiş, dünyanın tanıdığı bir lider 'ilah' olarak kalmalıymış. Gece yatarken ışığı açık bırakarak uyumasında ne gibi bir sakınca olabilir bilemem ama bunun altında komplo teorileri aralayanları görüyorum. Gazeteci Can Dündar böyle dış veya iç güçlerle işbirliği yapıp orduyu zayıflatmaya yönelik bir film hazırlamadı herhalde? Zaten o denli güçlü birileriyle işbirliği içinde olsaydı, sanırım sponsor görüşmelerine bizzat kendisi gidip aranmazdı. Atatürk'ün ışıkta uyumak istemesini; ben, o karanlık gecelerde uykusuz kaldığına ve hür bir vatan yaratma sancısı çektiğine yordum. Tıpkı Bekir Coşkun gibi. Bu film olsa olsa, aydınlıktan korkan hilafetçileri biraz sevindirecektir. Atatürk'ü günde bir şişe rakı bitiren biri gibi göstermekle bazı kesimlerin ekmeğine yağ sürülmüş oldu. Fakat diğer yandan da, Atatürk'ün "Türkiye şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olmayacaktır" demeci belli bir ses tonunda söylenerek inceden bir giydirme var.
Kitapfuarı Atatürk ulaşılmaz ve gizemli mi kalmalı düşünceleri kafamda, TÜYAP tarafından düzenlenen 27. İstanbul Kitap Fuarı'na gittim. Ta Beylikdüzü'nde olana. O nasıl trafiktir anlatılmaz, sadece saatlerce işkence çekerek yaşanır. Onca zahmetli yola rağmen fuara gelen ziyaretçilerin elinde poşetler ve aldığı kitaplar vardı. Gerçek kitap okuyucusu oradaydı yani. Bu kez yazar olarak kitaplarımı imzalamıyordum ama bir kitap dostu olarak fuarı zevkle gezdim. Kitaplarımı yayınlayan Alfa'ya uğradım. Oradan Doğan Kitap'a, YKY'ye, Can Yayınları'na... Ömer Sevinçgül'ün 'Yazar Olmak İstiyorum' adlı klavuz kitabını aldım. Diyor ki; yazar herkesin gözü önünde olmamalı. İnsanların dünyasında sadece sanatıyla, ismiyle yer almalı. Bilinmezin çekiciliği vardır. Sır gibi olmalı. Merak edilmeli ama ulaşılamamalı ona. Ama hayattan da kopmamalı. Bu satırlar da bana tekrar Atatürk'ü hatırlattı...