İçimde bir endişe kurdu kıvranıp duruyor. Vizeyi Fransa Konsolosluğu'ndan aldım ama ilk oraya değil de Yunan'a gidiyorum diye sınırda çemkirirler mi acep? "Dön geri, giremezsin" derlerse hem 80 liram yanar hem de onca saatim. Bereket treni yürütmek hariç her bir şeyinden sorumlu 2-3 görevli var ve huzur duyacağım tüyoyu veriyorlar: "Vizen varsa istediğin yerden girersin korkma".
VAGON RESTORAN RÜYASI Yol 12-13 saat sürecekmiş ne gam. Girerim restoran vagonuna, yeme içme, tavla kağıt, iki laklak filan derken uyku basar uyurum, diyordum. Öyle bir vagon yokmuş meğer peeeh. Bereket elinde beyaz plastik tepsisiyle servise çıkan bir görevli makul paralar karşılığı su, gazoz, kahve çay satıyor. Savaş Abilerine güzellik yapıp cam bardakta özel çaylar ve kurabiyeler ikram ettiklerini söylemezsem gönül koyarlar. Yurt dışı seyahate çıkmak daha yurt içindeyken bile haleti ruhiyesini değiştiriyor adamın. Tam vaktinde (20.30) kalkan trenimiz daha banliyö hattında, Zeytinburnu'nu, Yenimahalle'yi filan geçmekte ama millet koridor camlarından sanki 20 yıl hasret çekmiş modunda üzgün ve şaşkın bakmakta çevreye. Ben bile havaya girip haftada 3-5 geçtiğim Yedikule civarını sankim de Kazablanka'ya taze ayak basmış Humphrey Bogart pozlarıyla seyirdeyim.
YUNAN MAKİNESİ Aradan nice saatler geçiyor, duruyoruz nihayet. Uzunköprü'ye gelmişiz meğer. Sınır'a yani. Az biraz işlemler yapılacak, Meriç geçilecek ve karşının konuğu olacağız artıkın. Yunan topraklarına gireceğiz yani. Bizim tarafta işler tez bitiyor şükür ki. Hâlâ bekleyişin nedenini 3 kelimeyle açıklıyorlar: "Yunan makinesi gecikti". Lokomatife makine dediklerini, sınırlarda makine değiştirildiğini olsa olsa metoduyla anlıyorum. Söylemeden geçmemeliyim; Uzunköprü istasyonu tarihi, nostaljik, sanat eseri filan ama çok bakımsız. Anıtlar Kurulu "he" dese fıstık gibi yapacaklarmış orayı dur bakalım.
İSTASYON KARDEŞLİĞİ İşte geçiyoruz Meriç'i. Karanlıkta bir şey göründüğü yok ama demir bir köprü üstündeysek başka neyi geçeceğiz ki. Acuk daha zaman geçince işte Uzunköprü'nün tek yumurta ikizi Pityon İstasyonu'na geliyoruz. Oralarda da pek oyalanmadığımızı söyleyip yatağın çok rahat olduğunu, deliksiz bir uyku çektiğimi, Selaniğe gelmezden az önce(ymiş) kapımızı vurup "Selanik, Selonika" bağırmalarıyla menzile erdiğimizi belirtiyorlar. "Beni nasıl bir Selanik mi bekliyor? Niye mi beklesin? Peki şehirde ne yapıp ettim? Gitmesi gelmesi ortalama 25 saat süren yolculuğun sonunda dönüş kısmında neler oldu?" falan falan. Yer daraldı, onu da haftaya anlatayım olur mu?