Bir akşam seni ziyarete elimde ilk kitabımla gelmiştim ve orada başlamıştı futbol dostluğumuz... "Biz de oynadık futbol biraz!" deyişin kulaklarımda hâlâ. Şimdi sana "hatırladın mı?" diye soramıyorum; ölü gazetecilerin konuşup-dinleyemediğini-yazamadığını bildiğimden ama ben yine de anlatacağım. 1987... İstanbul Yedikulespor'da futbol oynuyorum. Zamanın köklü kulüplerinden biri bu Yedikule. Ari ve Garbis diye iki Ermeni genç var kadroda. İyi topçular. Bıçkın çocuklar, öncelikle iyi arkadaşlar. Garbis'in babasının adı Hampartsum'du. Sirkecisporlu Piç Cem dalga geçerdi onlarla; 'Savaş çıksa kimlerden yana savaşırsınız ulan Ermenileeer?' Şaka yolu o pis takılmalarında gülüşürdük Garbis'in hatır, gönül bilen arkadaşlığı yüzünden. Gülüşürdük... Kızmaz, darılmaz, üzülmezlerdi 'arkadaşlığımızın' gücüne inandıklarından. Garbis'in babası Hampartsum Amca'nın kurufasülye yapan bir küçük lokantası vardı Samatya'da. İdmandan sonra dooruca oraya. Yüzümüze bir gülücük gibi konardı anılar. "Bir konar, bir kalkardı alıcı kuşu kardeşliğin!" O kardeşlerim geçinebilmek için Aksaray'daki Salı Pazarı'na çıkarlardı, gidip onlardan sırf para kazansınlar diye donfanila alırdım yol için ayırdığım üç beş kuruşla. Bir de yanlarına takılırdım, hani kendilerini yalnız hissetmesinler diye. Niye mi 250 yıldır sülalesinin yaşadığı o pazar yerinde kendilerini yalnız hissetsinler? Çünkü pazar esnafının tepkisini almamak için o pazara Ali ve Galip isimlerini alarak çıkarlardı futbolcu arkadaşlarım.
NE İŞTİR, ANLAYAMADIM! Hrant; o zamanlar dediklerin hâlâ kulaklarımda; "Aynen dediğin gibi kardeşim! Ne İsa'ya yaranabildim ne Musa'ya! Ermeni Diyasporası da kızıyor bana, Türk kafatasçıları da! Ne iştir, anlayamadım!" Sonra çıkarıp çantandan futbol takımıyla fotoğraflarını göstermiştin. Ben de Ari ve Garbis'in hikayesini anlatmıştım sana. Evet Hrant; hepimizin dizi, bir kere kanamıştır o meşin yuvarlağın peşinde. Senin acar bir golcü oluşun kadar yazı serüvenin ve benzetmelerin de etkiliyordu beni. Birbirinin izine basıp da yürüyen halkların çocuklarıydık. Anlatanların yalancısıydık; birbirimizin kanına bulaşmıştı elimiz ama biz bunun sorumlusu olamazdık. Ne diyordun Hrant; "Türkler'le birlikte oldukça Ermenilerin içindeki zehir sağalıyor, dışarı akıyor, yürekleri temizleniyor!" Ya da buna benzer bir şeyler. İki halk birbirine zehir kusuyordu da dertliydin. Evet ne Musa'ya yaranabilirdik ne de Musa'ya. Kime hangi yanımızı dönsek öbürüne çocuktuk. Hep söylüyorduk; "Çocuktuk, cahildik biz bu dünyada!" Hep söylerim; bende bünye dağ gibi ama yürek serçe kuşu. Televizyonda öyle upuzun, burun uçları yere dönük ve tabanı kesik ayakkabılarını görünce bunlar geldi aklıma. 2001 Mart'ı ve futbol kitaplarım üzerine konuşmalarımız, Yedikulespor'daki futbolcu kardeşlerim Ari ve Garbis, onların Salı Pazarı maceraları, kendi memleketimde gurbette oluşumuz.. Evet evet, kendi memleketimizde bile gurbetteyiz Hrant, kendi memleketimizde bile... Geçen akşam Ermenistan Milli Futbol Takımı'yla karşı karşıya geldi Türk Milli Takımı... Sonuç halkların kardeşiliğidir indimizde. Ve futbol bizim için topun çizgiyi geçmesinden daha öte bir şeydi. Hrant; topçu arkadaşım benim. Aklıma düştün yine...