Bostan ve Gülistan'ın yazarı
Şirazlı Sadi; "insan bir damla kan bin endişe" demiş.
Çok yıllar öncesinden, yaşadığımız çağın en kronik sorununu ne kadar net tanımlamış değil mi?
Bu ve benzeri sözleri birbiri ardına dizince, insanın aklına
'endişenin kaynağı nedir?' sorusu gelmiyor değil! Kimden endişe duyuyor insanlık varolduğundan beri? Bir damla kanın damarlarında suhuletle akmasına engel olan ne?
Vahşi hayvanlar mı? Sanmam. Daha geçen gün bir arkadaşım, Tayvan hayvanat bahçesinde, binlerce timsahı bakıcılarının nasıl ehlileştirdiklerini anlattı, görmeden inanası gelmiyor insanın. Bakıcılar, küçük paralar karşılığı yaptıkları şovlarda, timsahın dişlerine vurarak ağzının açılmasını sağlıyor ve kafalarını, ellerini hayvanın boğazına kadar sokuyorlarmış. Aslanlar için de, kaplanlar hatta filler için de durumun farklı olmadığına belgesellerden tanık olmuyor muyuz zaten?
O zaman endişemizin kaynağı vahşi hayvanlar olamaz. En azından bu asırda, onların bizden endişe duymaları gerekiyor genel olarak. Doğayla da başımızın atalarımıza oranla daha az dertte olduğunu söyleyebiliriz. Su kaynakları tükeniyor, yağmur ormanları yok oluyor, küresel ısınma dünyanın dengelerini bozuyor feryatlarından hareketle, insanoğlunu doğanın endişelendirdiğini söylemek, en basit ifadeyle ayıp olur. Bir kere bütün bunların sebebi insanoğlu! Ortada
endişeye mahal bir ihanet varsa, doğanın tedirgin olması gerekmez mi?
Küresel ısınmanın da, yağmalayarak yok ettiğimiz ormanların da, içine kanalizasyon akıtarak kirlettiğimiz su kaynaklarının da olup bitende bir sorumlulukları yok.
Her şey bizim, insanoğlunun başının altından çıkıyor. Kimse çevreci nutukların gölgesine sığınıp, kendisini temize çıkartmaya çalışmasın! Ortada doğaya karşı işlenmeye devam edilen bir insanlık suçu var.
Bütün bunların hepsi tamamsa, insanı endişeye düşüren ne o zaman? Yine insan elbette!
Küçük hesapları, ihtirasları, doymayan egolarıyla, insan kendi kardeşlerini yemek görevini, en vahşi hayvanlar dahil, kainattaki kimseye bırakmıyor. Sonrada yaşam koçları, psikologlar marifetiyle, kendi açtığı yaraları tamir etmeyi öneriyor. Böylesine dehşetli bir psikolojik savaşın ortasında kalan insanın, endişeden kıvrım kıvrım kıvrılmasından daha doğal ne olabilir ki?
İktidar arzusunun, insan için vahşi hayvanların oluşturduğu tehlikeden daha dehşetli bir şey olduğunu anlatmak adına, uzun uzun örnekler verip, derin tahlillere girmeye gerek yok sanıyorum. Bunu günlük gazetelerin birinci sayfalarıyla, televizyon haber programlarına bakan herkesin, gayet net anlayabileceği günlerden geçiyoruz.
'Demokrasi ve birey' yerine,
'baskı ve yığın'ı geçirmeye çalıştıkları anlaşılan
Ergenekon iddianamesine baktıkça, bugün yaşasa Sadi'nin "insan bir damla kan, bin milyon endişe" diyeceği geçiyor aklımdan.
Soru şu,
hukuka mı inanacağız yoksa fasa fiso diyerek
insanlığa sırtımızı mı döneceğiz?