Kırk yıl önce çekilmiş Türk filmlerinden hatırlarsınız sahneyi.
Fukara mahallesine bir müteahhit dadanır, garibanların gecekondularını ellerinden yok pahasına alıp, yerine koca koca apartmanlar dikmeyi planlar. Bu garibanların elinden harabe evlerini alma işini de bir kabadayıya havale eder, o zaman organize olmadıkları için mafya diyemeyeceğimiz, kabadayı ve yancıları da, mahalleliye olmadık işler yaparak, onları yıldırmaya çalışırlar. Bütün hesap, fukaranın evini başına yıkıp, zengin olmak üzerinedir.
İş bu kadarla kalmaz elbette, her Yeşilçam filminde
alev alev bir aşk mutlaka vardır. Jön varsa aşk neden olmasın!
Mantıklı. Diyeceğim, müteahhit bütün zalimliğiyle mahalleye tebelleş olmuştur olmasına ya, adamın biricik oğlu, gecekondusunu sökmeye çalıştığı garibanlardan birinin kızına sırılsıklam aşık olmaz mı? Olur elbette, filmde de olur, gerçek hayatta da!
NOLAMAZ... Çok uzatmayalım, kız, oğlanın babasının, kendilerini evden atmak için türlü numaralar çeviren hain müteahhit olduğuna ayar. Çok sevmesine rağmen oğlanla görüşmeyi keser. Çocuk bu duruma dayanamaz, babasını zengin evlerinin mutsuz bir akşam yemeğinde köşeye kıstırmaya çalışır. "
Vazgeç baba bu işten, o temiz insanların yuvalarını başlarına yıkma!" Baba bir yemekle ikna edilecek küçük çaplı zalimlerden olmadığından; "
Nayır, nolamaz, o apartmanları yapmama kimse mani olamaz!" diyerek, evladına iki yol sunar, ya kızdan vazgeçecektir, ya da mirastan zırnık alamayacaktır. Oğlan hangisini tercih eder sizce? Elbette kirli parasını babasının yüzüne çarpıp aşkına koşmayı.
Sonra o da fukarayla bir olup, babasının hesabına zulmeden kabadayının türlü eziyetlerine karşı, sevgilisinin yanında mücadele etmeye başlar.
İş bu minvalde yavaş yavaş ilerler. Bu arada
iyi bir kabadayı mahalleye teşrif eder. Onu senaryoya uyduramazlarsa, mahalleden bir delikanlıyı, bu iş için ufak ufak ön tarafa sürerler. Müteahhidin oğluna gelince, hiç uyum problemi yaşamadan, fukara hayatına geçiş yapar. Ve aşk, elbette doludizgin devam eder.
Sonuç malum, baba pişman olur, kızı oğluyla evlendirir.
Film, kabadayı dışında herkesi mutlu edecek bir sonla biter.
ALACAKARANLIK... Şimdi ben size durup dururken ezbere bildiğiniz bu sahneleri neden anlattım değil mi? Galiba filmin sonunda cezasını bulan '
kötü işlerin adamı' kabadayının hali dokundu bana. Adamın yaptıklarının çok abartıldığını ve verilen cezanın çok ağır olduğunu düşünmeye başladım.
Ergenekon iddianamesi denilen, 'alacakaranlık kuşağı senaryosu'nu gördükten sonra zahir, Yeşilçam kabadayısının hali içimi titretti.
Bu iddialara bile; avukatlık yapacak, 'fasa fiso' diyecek kudretli adamlar varken, o zavallının elinden tutacak kimsesinin olmaması, vicdanımı ezdi.
Duygusallıkla ahmaklığın birbirine karıştığı bir noktaya mı gidiyorum yahu? Yeşilçam kabadayısından bir çıkarım olamayacağına göre
benimki ahmaklık, öbürlerininki neymiş, onu da hukuk gösterecek!