Yürürken ayağını burkmuştun, kır yolunda hani... Seni sırtımda taşımak zorunda kalmıştım, hafif kilolu olduğun zamanlar hani... O acıyla nasıl da gülüşmeye başlamıştık birden... 'Aşk beni sırtına aldı' diye bağırıp durmuştun hani... Nasıl bir karnavaldı aşk, seninle benim aramda... Her kederi eğlenceye çeviren, nasıl güzel, ikili bir oyundu aşk. Öte yandan, tek başımıza çok yalnız bırakırdı bizi aşk. Ve şimdi ebediyen yalnız kalacağımı söyleyen yaşam karşısında, sakince bekliyorum! Buna inanmamı bekleme benden. Sen, kesin ve dönüşsüz gidince hayatımdan, durmak bilmeden gülüyorum ben. Aklımda, horoz şekeri, burkulan ayağın ve her seferinde dudaklarının aldığı hal var. Ben hâlâ dudaklarının izini sürmeye meftunum. Öte yandan, senin gidişin karşısında hissiz ve anlaşılmaz tavırlar içinde olduğum bir gerçek. Benim artık ben olmadığım başka bir gerçek... Aşkın, insan bedeninde bıraktığı boşluğun büyüklüğü; hakikat! Sanırım o boşluk, beni kaygısızlaştıran... Sakinleştiren... Sensizleştiren... Yoksullaştıran... Vefasızlaştıran... Sanırım o boşluk, benim yaşamımı komikleştiren... Beni kendi üzerime güldüren... Beni iğrençleştiren... Geçmişsizleştiren... Sanırım aşk bütün bunları başaran Varken ne güzeldin aşkşimdi ebedi çirkin. Sen varken beni güzelleştiren aşkşimdi serseri kılan. Sakinim ve anlıyorum... Kaygısızca karşıladığım gidiş seninki değil. Giden sadece benim... Üzerine güldüğüm, ben!