Yoksulluğun hayat karşısında baş eğmesine izin vermezdi hiç kimse.
Sadece insan olmanın verdiği gurur yeterdi.
Öyle üstüne gelenin altında kalmak yoktu.
Gerektiğinde horozlar bile erken öterdi.
***
Anaların başı açık ya da kapalı, ama hepsi helal süt emmiş.
Yalana yemin katmazlardı, duaya yalan.
Kulların değil, Allah'ın karşısında eğilirlerdi.
Haksızlığın "hayat korosuydu" onlar.
"Nerede bu devlet?" diye haykırmazlardı, çünkü devletin yoksul insanların saflarında olmadığını bilirlerdi.
***
Kendisini sakınmazdı çocuklar, anneler sokağa çıkınca arkalarına bakınmazdı.
Sevmekte ustaydı babalar, fiyakada çırak.
Kızlar siyah-beyaz filmlerde duygulanırdı.
Mahallenin bir kösele ayakkabısı olurdu da, sırayla giyerdi delikanlılar.
Ama mahallenin kanunu her saat uygulanırdı.
***
Şarkıları vardı insanların, ülkesine yakıştırdığı şarkıcıları.
Sezen Aksu, kaybolan yılların hesabını sorardı, kimseyi incitmeden.
İlhan İrem'in sevgilisinin, sazlıklardan havalanan bir ördek gibiydi sesi.
Alpay, Eylül'de beklerdi sevgilisini.
Selçuk Alagöz, Malabadi Köprüsü'nde.
Ersan Erdura, "Acılar sürekli olamaz" derken umut dağıtırdı.
Timur Selçuk, İspanyol Meyhanesi'nde çığlık çığlığa şarkı söyleyen bir kadını anlatırdı.
***
Belediye başkanının hırsızı o zaman da vardı. Ama uçaksavardı insanların yüreği, ilk seçimde hırsızları kovardı.
Bir gazetecinin "soysuz" olması ne mümkün, şimdi her şey mümkün.
Toplumu yönlendirenler, bütün namuslu resimleri ateşe verdiler.
Şimdi arsız ve hırsız mevsimi.
Onlar namussuzluğa serilmiş birer "çekyat".
Bütün değerler talan, bütün vaatler yalan!
Onların çocuklarımıza ikramıdır, bu zehirli hayat!
***
Biz neler kaybettik neler.
Köşe başında... Ekran başında...
Sandık başında...