Gece, gökyüzü ışıklarını kaybetmiş. Ben,
seni yitirmişim. Ay, çocukların dedesi olamayacak kadar sevimsiz. Ben, insan yüzüne çıkacak durumda değilim. Uzak evler, gece lambalarını bile yakmadan uykuya dalmışlar. Ben,
gözlerimdeki feri kaybetmişim. Senin yokluğunu bir formüle bağlayamam. Karanlık bir gecede, kutup yıldızının yokluğuna denk düştüğünü söyleyebilirim ancak. Yalnızca zifir karanlık bir gecede yolunu kaybedenler anlayabilir bunu, bilirim. Yol, sensin ve seni kaybetmişim. Dokununca yanan bir gece lambası armağan etmiştim sana, hep yatağının başında olabileyim diye... Benim
hiç göremediğim yatağının. Yanında olmadığım zamanlarda bile ışık olabileyim diye sana, düğmesi olmayan, elini yaklaştırdığında yanan bir gece lambası armağan etmiştim. Şimdi ben, sanırım sonsuza kadar yanında olamayacağım. Dokununca yanan gece lamban, hep yatağının başında kalacak. Ne derin anlam. Bir
insan kendi armağanı kadar şanslı olamayabiliyor. Onun olduğu yerde kendisi bulunamayabiliyor. Üstelik biz insandan bahsederken, iradesinden söz ediyoruz. O halde, ben neden gece lambasının yanında değilim? Ve neden ben, o gece lambasına dokunarak gecemizi aydınlatamıyorum. İnsan iradesiyle hareket edebiliyor kimi zamanlar. O kimi zamanlardan arta kalan bütün zamanlarda ise, bakakalıyor hayata. Öyle olmasa, gece lambası kadar şanslı olabilirdim. Gece, bütün ışıklarını zifir karanlığın koynunda boğmuş.
Sanırım hayatımda yaptığım en iyi şey, her zaman yatağının başında olabilmek isteğim olmuş. Bütün karanlığıma rağmen, aydınlatabilmişim sevdamı.
Ve ben,
bütün karanlığına rağmen evrenin, bir ışıkla yolumu bulabilmeyi garantilemişim. Varsın o ışık bana Samanyolu kadar uzak kalsın... Ben, bir ışığım olduğunu bileyim! Gece lambanı koyduğun etajerin hemen arkasındaki camdan, dışarısını seyretmeye bayıldığını biliyorum. O ışıkla içini aydınlatıp, evrene salıveriyorsun parıltını. Ancak senin, yarım bodrum bir dairede yaşadığını da iyi biliyorum. Görebilsen, uzak ışıkların sana ulaştırdığı puslu aydınlığı görebilirsin. O da ancak, gece lamban boğmazsa, uzaktan gelen ışık gölgelerini. Anlaşılan
kederimin bu durumda ikiye katlandığını kabul etmek zorundayım. Ne aydınlandığın gece lamban, ne de dışarısını görmek için dayandığın penceren kadar kıvançlı değilim. Şanssızlığımın, korkaklığıma denk düştüğünü, yanımda olsan hemen söyleyiverirdin.
Sus; Allah aşkına! Sen, gecenin karanlığında yarım bodrum dairenin penceresine dayan! Ve seyredebiliyormuş gibi davran... Ben, senin ışığını kaybetmemek için sokakta olacağım. Ve bir kar başlayacak apansız. Ben,
ışığa koşan kelebekler kadar çaresiz... Karın her tarafıma bulanması için koşuşturup duracağım. Bir ışığım var nasılsa ve ben karanlıktan korkmak için bir sebep görmüyorum.
Saçlarım bembeyaz oldu. Dışarıda kar yağıyor. Kafamı gökyüzüne doğru kaldıramıyorum. Gözlerime kar doluyor. Uzak ışığım, bir kardelen çiçeği hüznünde, yanı başımda parıldıyor.
Yaşadığım derin kederin, dehlizlerinden çıkamıyor yüreğim.
Suratım bembeyaz oldu
Dışarıda kar yağıyor.
Bir ışık etrafımda dolaşıyor
Bir el dokunuyor, geceyi ayaz ayaz karanlık ele geçiriyor.
Bir ışığım kalmadığını fark ediyorum, artık korkacak çok şey var.
Tepeden tırnağa bembeyaz oldum
Yüreğimin içine kar yağıyor.