Önceki yazımda sivil muhtırayı ele aldım. 'Ülke bizim, çocuklar bizim, gelecek onların, onların geleceğini karartmayalım' dedim. Fakat kriz yaratanlar ülkenin de, çocuklarımızın da geleceğini karartmakta kararlı görünüyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, ülkenin ekonomik olarak zayıflamasından medet umanlar bile var. İnsanların ne kadar yoksullaşır, çaresiz kalırlarsa, çağ dışı çıkış yollarını o kadar kolay benimsemeleri beklenir gibi sanki. Dünyada yaşanan ekonomik kriz henüz Avrupa'yı tamamen etkisi altına almadı. Bunda en büyük etmen de ABD'nin şimdiye dek yapmış olduğu kriz yönetimi. Ülkemizden para çıkışları bu nedenle fazla hızlanmış değil. Sadece en kapkaççı fonlar çıktı. Ama çıkış henüz durmadı. Türkiye'nin ekonomiden sorumlu bakanı ise halen 8 ayda neler başardığını, işsizliğin, protesto edilen senetlerin, arkası yazılan çeklerin artmasının ekonominin kötü olduğunu göstermeyeceğini söylüyor. Böylece ekonomi bilgisinin ne denli zayıf olduğunu ortaya koyuyor. Para çıkışlarını önlemenin ilk yolu faizlerin artırılması. Daha önce de faiz artırımına gidilmesi gerekebileceğini yazmıştım. Cari açığı yüksek İzlanda, Romanya ve Polonya faizleri artırdı. Türkiye'nin önlem almaması daha sonra krizin etkisinin artmasına, daha büyük hasara yol açmasını sağlar. Cari açık büyürken önlem almamanın bedeli sonradan ödenir. Bu hesapların içinde Türkiye'deki siyasi ortamdaki istikrar kaybı yok. Bu istikrarsızlığın rejimi şeriata yaklaştıracak uygulamalardan mı, hatta şeriatın oylanması anlamına gelecek referandum yapma çabalarından mı, yoksa bunlara karşı çıkılmasından mı olduğunun önemi yok. Önemli olan bu istikrar kaybının ekonomiye yansıması ile krizin Avrupa'ya da yansımasının zaman yönünden çakışmaması. Çakışırsa hasar çok büyüyecektir. Bu ülke insanı, ekonomi çöker tehdidi ile laiklikten vazgeçmez. Laikliği korumak için ekonomik çöküntüyü de göze alır.