Memleket ve millet meselelerini tartışırken değerlendirmelerimiz kabaca şöyledir: "Bu ülkede oyun bitmez. Bir dönem sağ-sol çatışması ile milleti karşı karşıya getirdiler. Sonra Alevi-Sünni oyununu tezgahladılar. Ardından laikantilaik kamplaşması oluşturdular. Şimdi de Türk-Kürt ayrılıkçılığı pompalanıyor. Bu oyunları tezgahlayanların ortak hedefleri ise tabii ki Türkiye'nin bölünmesi ve parçalanmasıdır. Siyaseten, adına da, ister Wilson prensipleri, ister Batı'nın Şark politikası, ister Türkler'den Haçlı Seferleri'nin intikamını almak, isterseniz de İslamiyet'e en büyük ruh ve gücü katan Türkler'den hesap sormak diyebilirsiniz."
Milletkahrederekizliyor Dili ve dini ne olursa olsun, bu coğrafyada yaşayıp kardeşlik şuuru gelişmiş ve ortak zenginliğimiz olan Türkiye tapusundaki hakları eşit bulunan herkes, yani hepimiz (bölücü ve ırkçı ayrılıkçılar hariç), yakın tarihimizde olanbiteni yukarıdaki gibi özetleriz. Bizzat şahit olup dinlediğimiz Ermeni, Süryani, Rum ve Yahudiler'in de böyle düşündüklerini ve kardeşlik ruhuna atıfta bulunup söz konusu tezgahlara dikkat çektiklerini de biliriz. Peki, "Neden lafı bu kadar uzattık? Niçin bu hatırlatmaları yaptık?" diye sorabilirsiniz! Tahmin ediyoruz ki ülkemizde yaşananları gördükçe, sizler de aynı şeyleri düşünüyorsunuz. Bu güzel ülkemizin, hiç de hak etmediği ortamlara sürüklendirildiğini üzülerek ve kahrederek izliyorsunuz. Hatta, bu durumu engellemek ve bir şeyler yapabilmek için çırpınıyorsunuz. "Bu gemi delinmiş. Su alıyor! Çare bulamazsak batacak! O zaman, olan hepimize olacak! Kimsenin kurtuluşu mümkün görünmez" diye bağırası gelenlerin boğazları kurumuş halde! Göz göre göre, tehlikeleri büyütüp 40 başlı ejderha haline getirdiler! Birbirimizle didişip boğuşmaktan kafayı kaldıramıyoruz. Abuk sabuk ne varsa bu ülkede "gündem" diye tartışılıyor. Sonrasında, ne olduğu ortada! 3-4 aydır "Geliyorum" diye sinyaller veren ırkçı ayrılıkçı başkaldırı hareketi, çok farklı bir hal aldı. Pusuya, mayına, vur-kaçlara, baskın ve uzaktan saldırılar ile canlı-cansız bombalı saldırılara dayalı terör hareketleri, şehir terörüne dönüştü. Artık, Ankara'da, Meclis'te yer alanlardan en ücra köşedeki sözde sivil toplum kuruluşu üyesine kadar bütün ırkçı ayrılıkçılar aynı nakarattalar... Çok demokrat ve uyumlu gösterilip ayrılıkçılığı reddettiği belirtilenler bile bayramlık ve seyranlık elbiselerini giymiş vaziyetteler. Her şey bu kadar açık iken, İmralı'daki bebek katilinin Leyla Zana'sının bile "İnanıyorum ki 2010'da o da aramızda olacak" diyerek sadece 2 yıl sonrasını hedeflediği bir zamanda Türkiye'de laikantilaik çatışması (tiyatrosu) ne acı!
'Kralçıplak'diyenProf. Diyeceğimiz de buydu zaten! Bu ülkedeki oyunlara dikkat çekip uyandığımızı zannederken başka oyunlara alet olduğumuzu göremiyoruz maalesef. Geçmişte o oyunları tezgahlayanlar, bugün de laiklik veya karşıtlığıyla ırkçı ayrılıkçılığı besliyorlar. Bunu, ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan, ne de hükümet göremiyor. Şu ana kadar bir kişinin, Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan'ın sesi çıktı. Erzurum'daki konuşmasında, "Devletin hukuk sistemi iflas etmiştir. Ordu kıpırdayamaz durumdadır. Yasama ve yürütmede kriz vardır. Devlet çökmek üzere. Yaşananlar laik-antilaik çatışması değil, Kürt devletinin kuruluş aşamasıdır. Artık, herkes bunu görmelidir" dedi. Askerinden siviline kadar milyonlar kayıkçı kavgalarıyla ömür tüketirken, bilim insanı bir hanımın "Kral çıplak" diye bağırdığını keşfedecek miyiz? Yoksa, her şey olup bitecek ve 10 yıl sonra da "Yine oyuna getirilmişiz" diye bugünleri anlatıyor olacağız. Basra yanıp kül olduktan sonra!