Hababam Sınıfı...
Na na narinaranaaa na na nana na ficciuuu... Islıkla bir yapın şu müziği, bakalım nereden hatırlayacaksınız... Hababam Sınıfı müziği bu. Melih Kibar hocanın ünlü bestesi... Bu notal düzenlemeye bir de söz yazılsa nasıl olur, bilmiyorum ama Rıfat Ilgaz'ın ölümsüz eseri, ancak bu kadar doyumsuz bir klasikle taçlandırılabilirdi. Ama mevzu o değil tabii ki... Çok önceydi; öğrencilerin bir öğretmeni nasıl tartakladığını, nasıl aşağıladığını izlemiştim televizyon kanallarında. Bir öğretmen ki -hangi okul olduğunu bilmiyorum- öğrencilerinin itiş-kakışları arasında ne yapacağını şaşırmış, bir ona uyarıda bulunuyor, bir ötekine. Akabinde ve detayında bir diğer görüntü de başka bir okul ve sınıftan. Öğretmen kürsüde, öğrenciye bir şeyler anlatıyor. Dersle ilgili bir görüntü çiziyor; öğrenci ve arkadaşları, sınıfın arkalarındaki pencerelerden fora olmuşlar, sigara içiyorlar. Olay, cep telefonuyla çekilmiş ve dağıtılmış internet ortamında. Öğretmen, "Yapmayın, etmeyin!" gibisinden uyarılarda bulunuyor. 'Nasıl bir şeydir, nasıl bir şeydir!' diyerek izliyorum, gözlerim faltaşı gibi. "Yer? Okul? Öğretmenin adı? Kim bu öğrenciler? Bu nasıl olabilir?" gibi sorular sormuyorum; kifayetsiz nedenler bulmaya çalışmıyorum. Ne yapardık biz o lise sıralarında okurken? Hani, öğretmen sandalyesine raptiye koymak, kürsüye kopya asmak ve sınav anında okumak, kopya çekmek, tuvalette sigara içmek vb. şeylerden söz ediyorum... Yani 'Eşek Şakası' günlerimizi... Hababam Sınıfı geldi aklıma... Bugünkilerle onları kıyasladım. Edebiyat öğretmenine sulu sıklam aşık olan İnek Şaban'ı getiriyorum aklıma. O gökyüzü katına çıkmış bir melektir ve ilk kanatlı inektir. Kutsaldır. Sözü edilemez bir yerde durmaktadır ve orada kalacaktır. -Değil mi Kemal abi?- Hangi yeni yetmenin öğretmenine yaptığı şeyi, bugün eşek şakası olarak adlandırabiliriz ki? Birbirleri ve öğretmenleri için her şeyi ama her şeyi yapabilecek bir hayta topluluğunun bugünkü öğrenci müsveddelerine benzetilmesi düşünülemez bile. Bir Hababam uyarlamasında, birlikte okurken yaşamaktan bezdirdikleri arkadaşları Ahmet, öğretmen olduğunda bir köy ilkokuluna atanır. Çaresizdir, yokluk çekmektedir. Bütün Hababam doluşur kamyonlara, Ahmet'in okulunu yeniden inşaa edecek kadar malzemeyle köye ulaşır ve insanın o büyük inceliğini ortaya koyarlar; dayanışmayı... Bir başka sahne var ki hâlâ gözlerimi yaşartır. Toplumsal ilişkilerimiz açısından o Hababam naivliğini özlemiyor muyuz? Ezberciliğe alıştırılmış ve bir işe yaramadığı duygusu içine iyice oturmuş o genç -demeye dilim varmıyor ama- okullu insan topluluklarının sardığı okul bahçelerinin dışında; biz de hâlâ o anıtın karşısında Rıfat Ilgaz'ın önünde, okul marşımızın ardında, genç oluşumuzun bize yüklediği o taze ve diri sorumluluğun bilinciyle yaşıyoruz. Ve hala başı çocuk, aklı öğretmen, yüreği memleket sevgisiyle ve iş görmenin saadetiyle donanmış bir hayalet dolaşıyor aramızda; Hababam'ın hayaleti. Na na naranaranaaa na na nara naaa ficciiuuuu...