Entellektüel sermaye görgüsüz burjuvazi
Bir romanın en can alıcı giriş cümlesi veya bir şarkının ilk tümcesiyle başlardı bu ülkede aşklar. Erkek kadını, kadın da erkeği süzen bakışlarını büyüklerine "çaktırmadan" atardı dost meclislerinde. Kimseler duymasın, görmesin diye en uzak semtlerin kuytu köşelerindeki çay bahçelerinde buluşurdu aşıklar. El ele tutuşmak için bir yıl, dudak dudağa gelmek için bin yıl beklerdi sevgililer.
BİRBİRİNİN TEKRARI YAŞANIYOR Sevdiği kadının camının önünden geçerdi, siluetini görmek bile yeterdi gerçekten aşık olan bir delikanlıya. Günlerden hüzün, aylardan hazandı... Böyle anlatırdı anneannelerimiz, annelerimiz aşıklarını, aşkları... Şimdi bütün şarkılar ve şiirler birbirinin tekrarını yaşıyor aslında bu ülkede. Aynı hayatlar gibi...
EN SEVİLEN HAYVAN DOMUZ İnsanlar birbirlerine aşık oluyor, 3 yıl sonra bitiyor. Tarih, aşkta 3 yılda bir tekerrür ediyor. İnsanlar yanıla yanıla doğruyu öğreniyor. Aslında herkes birbiriyle pazarlık yapıyor. Ama kimse neyi ve kimi kaybettiğinin "farkına" varmıyor. Domuzdan kıl koparmayı kar sayıyor; kimse çıkıp "Neden?" diye sormuyor. Çünkü "Neden?" diye sorma gereğini duymayanın da en sevdiği hayvan domuz. Bu ülkede aşklar artık "entellektüel birer sermaye", domuzu sevenler ise "görgüsüz burjuva"... Sevgililer Günü, evlilik yıldönümü, doğum günü kutluyor, para harcıyor, "tektaş" alıyor, en pahalı markaları hediye ediyor, özel bir şirkette bilmem ne departmanında çalışıyor, kadını da erkeği de siyah takım elbise içine beyaz gömlek giyiyor, ilişkiler konusunda ahkam kesiyor, saçlarına sürekli fön çektiriyor, çok eşliliği, evlenip ayrılmayı "özgürleşmek" sanıyor, çaktırmadan yastık altında cumhuriyet altını biriktiriyor, namusluyu oynuyor, takdir edilmeyi, göze girmeyi marifet sayıyor, öğlen yemeklerine patronuyla, müdürüyle çıkıyor, vizyondaki filmleri kaçırmıyor, yazın konserden konsere koşuyor, Ajda Pekkan dinliyor, Candan Erçetin'le coşuyor, Ahmet Altan okuyor, Ferrarisini Satan Bilge'ye secde ediyor, Ferhat Göçer'i dünyanın en iyi müzisyeni sanıyor.
LİSTE UZADIKÇA UZUYOR Çocuk doğuruyor, doğurur doğurmaz boşanıyor. Düğününde giydiği o uğursuz gelinliği ve hamileliğini ve doğurduğu çocuğun marifetlerini tefrika halinde açık artırmaya çıkartıyor. Sanki bir tek o evlenmiş, ayrılmış ve çocuk doğurmuş gibi "mutsuzlukla" dolu hayatını herkesle paylaşıyor. Ama bir dilim ekmeğini aç komşusundan sakınıyor. Ve bu anlamsız ve bir o kadar gereksiz liste böylece uzuyor. Sermayesi entellektüel, burjuvası da "biraz" görgüsüzse, işler son derece yolunda gidiyor. Yani biri kalkıp, "Al sana bu kadar yürek, bu kadar emek, bu kadar dostluk, bu kadar enerji, bu kadar insanlık ve bu kadar samimiyet" dese "görgüsüz burjuvazinin" bir işine yaramıyor. Kendisi gibilerle olmayı istiyor, çünkü hayatı kendi yaşadıklarından ibaret sanıyor. Bu yüzden de Sevgililer Günü'nü kutluyor, tektaş alınmadığı zaman surat asıyor.
'SAN-AT'IN ARTIK TADI KALMADI İşte bu yüzden bu ülkede artık şarkıların, şiirlerin, resimlerin, heykellerin, tiyatroların, sinemaların, şarkıcıların, oyuncuların, şairlerin ve şimdi aklıma gelmeyen bütün "san-at" adına yapılan faaliyetlerin eski tadı yok. Bu yüzden Ajda Pekkan hâlâ şarkı söylüyor, Candan Erçetin aristokratı oynuyor. Çünkü bu halk ne versen yiyor.
|